🦏 Mevlana Yunus Emre Hacı Bektaş Veli Sözleri
Selam ve Salat Nebilere, Muhammed Mustafa’ya, Ehlibeyt’ine,ve velilerine olsun Hacı Bektaş-ı Veli doğumu. Asıl adı Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata, manevi ismi ise Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Zamanının manevi lideri olarak Kutb’ul Aktab yani kutuplar kutbu veya Pirlerin piri olarak bilinir ve bu maneviyat Serçeşme olarak adlandırılır.
Cevap: Mevlana ve hacı bektaş velinin ortak yönleri. yasemin Mevlana İle Hacı Bektaş Veli. Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister.
Afganistan’a asker değil Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş! 23 Temmuz 2021 Yazarlar ABD, Afganistan'da 500 bin askerle,174 bin ölü vererek ve 2 trilyon dolar da harcayarak 20 yıl savaştı.
Ansiklopedileregöre Mevlana; 1207-1273 yılları arasında Malatya, Erzincan, Akşehir, Karaman ve son olarak Konya’da, Hacı Bektaş Veli; 1210-1271 yılları arasında Sivas, Amasya, Sulucakarahöyük ve son olarak Nevşehir Hacıbektaş’ta, Yunus Emre; 1240-1320 yılları arasında Erzurum, Sivas, Karaman, Afyon, Bursa, Isparta ve
C Mevlana,Yunus emre ve Hacı bektaşı velinin hayatı. YUNUS EMRE (1240-1320) HAYATI. Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından, 1273
Bununüzerine adam Mevlevi dergahına gider ve ayni durumu Mevlâna'ya anlatır, Mevlâna ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektâş-i Veli ‘ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna'ya bunun sebebini sorar. Mevlâna şöyle der: - Biz bir karga isek Hacı Bektâş-i Veli bir şahin
Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli. Tarih: 07-22-2022, Saat: 12:23 PM Hoşgeldin, Ziyaretçi: ( Giriş Yap — Üye Ol) Alevi Forum|Alevi nedir|Alevi ünlüler|Alevi köyleri|Alevi türküleri / Alevi | Alevilik | Ana Forum / Alevilikle ilgili Videolar / Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli. Konuyu Oyla: 1.
BSO1. MEVLANA Asıl adı Muhammed Celaleddin olan Mevlana, Horasan’ın Belh şehrinde 1207 tarihinde doğmuştur. Hakkında bilgi edinebildiğimiz belli başlı iki kaynak Ahmet Eflaki’nin Menakıbü’l-Arifin’i ile Sultan Veled’in İbtida-name’ kaynakların verdikleri bilgilere göre, babası Bahaeddin Veled, Harzem Moğol saldırısına uğramadan kısa bir süre önce 1212 yılında, ailesi ile birlikte Belh’ten ayrılmıştır. Bahaeddin Veled ve ailesi önce İran’a gelmiş burada ünlü mutasavvıf Attar ile görüşmüş, daha sonra Hicaz’a oradan da Şam yoluyla Anadolu’ya gelmiştir. Aile, Anadolu’nun değişik yerlerinde kısa süreli kalışlardan sonra eski adı Larende olan Karaman’a gelerek bir süre burada yaşamış, 1221’de de Selçuklu Sultanı Alaaddin’in daveti üzerine Konya’ya gelerek süre medrese hocalığı yapan Bahaeddin Veled 1230 yılında Konya’da ölmüştür. Daha sonra, Bahaeddin Veled’in öğrencisi Seyyid Burhaneddin Muhakkık Tırmizı, Mevlana’nın hocalığını yapmıştır. Burhaneddin Muhakkık, Mevlana’ya tasavvufi bilgiler vermiş, onun düşünce dünyasının biçimlenmesinde etkili olmuştur. 1244 tarihi Mevlana’nın hayatında bir dönüm noktasıdır. Anılan tarihte Mevlana Konya’ya gelen Şems-i Tebrizı ile Tebrizı’nin etkisinde kalarak onu yanından ayırmayan Mevlana’da gerçek mistik ruhun oluşması, Şems ile olan derin dostluğun sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak, yalnızca Şems’in varlığı ve dostluğuyla yetinen Mevlana’nın bu tutumu bir süre sonra etrafındakilerin tepkisine yol açar. Nitekim, Mevlana’nın çevresindekilerin kıskançlığı sonucu Şems-i Tebrizı ortadan kaybolur. Böylece, Mevlana’nın mutasavvıf kimliği ve edebi kişiliğini kazanmasında büyük payı olan Şems’in kaybolmasından sonra büyük bir üzüntü duyduğu ve onun esas edebi kişiliğini ortaya koyan lirik şiirlerini bu dönemde kaleme aldığı kaynakların verdiği bilgilerdir. Mevlana, Divan’daki gazellerinde bazen “Şems”, bazen de “Hamuş” mahlasını öğrenildiğine göre Mevlana, Şems’ten sonra Kuyumcu Selahaddin Zerkub ile arkadaşlık etmiş ve onu kendisine halife seçmiştir. Zerkub’un vefatından sonra Mevlana, edebi kişiliğinde önemli yeri olan bir başka insanı, Hüsameddin Çelebi’yi yakın arkadaş Çelebi’nin Mevlana’nın edebi kişiliğindeki en önemli etkisi, Mevlana’ya Mesnevi adlı eseri yazması konusundaki teşviki ve yardımıdır. Anılan eserin ilk on sekiz beyitini kendisi yazan Mevlana, geri kalan hacimli kısmını Hüsameddin Çelebi’ye söylemek suretiyle yazdırmıştır. Böylece yirmi sekiz bin dolayındaki altı ciltlik mesnevi ortaya çıkmıştır. Bu eserin asıl adı, Mesnevi-i Ma’nevi’dir. Ünlü mutasavvıf Mevlana 17 Aralık 1273 tarihinde vefat etmiştir. Mevlana’nın ölüm gecesi düğün gecesi, sevgiliye kavuşulan gece anlamına gelen “Şeb-i Arus” olarak insan sevgisiyle dolu bir mutasavvıfdır. Bunu şu sözlerinden anlıyoruzGel, gel, gel, ne olursan ol yine gel!İster kafir, ister putperest, ister mecusi ol, gelBizim dergahımızÜmitsizlik dergahı kere tövbeni bozmuş olsan daYine gel...Ayrıca Mevlana iyi insan olma özelliklerini şu sözleriyle belirtmiştirCömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi olŞefkat ve merhamette güneş gibi olBaşkalarının kusurunu örtmede gece gibi olHiddet ve asabiyette ölü gibi olTevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi olHoşgörülükte deniz gibi olYa olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol MesneviMevlana’nın eserlerinin en ünlüsü ve hacimlisi olan Mesnevi, dini, tasavvufi ve ahlaki yanı ağır basan öğretici bir eserdir. Mesnevi’de işlenen konuların çoğu öğüt verme amacını güder. Konuların işlenişinde, hikaye ve fabllarla konuyu açıklama, örnekleme, verilmek istenen düşünceyi pekiştirme yolu izlenmiştir. Mesnevi’de çoğu öğretici eserlerde olduğu gibi duygu zenginliği, taşkınlığı yoktur. Eser, başta tasavvuf konusunda verdiği bilgiler olmak üzere, içerisinde bulunan hikayeler, atasözleri, deyimler ile başlı başına bir kültür hazinesidir. Nitekim sahip olduğu İslami bilgiler ve kültür zenginliği nedeniyle 15. yüzyılın ünlü mutasavvıfı Molla Cami Mesnevi’ye “Magz-ı Kur’an” ününü sağlayan ikinci manzum eseri Divan ya da yaygın olarak bilinen diğer adıyla Divan-ı Kebir’dir. Diğer eserlerine göre lirizm yanı ağır basan Divan’daki manzumelerinde, Mevlana, daha çok tasavvufi aşkı işlemiştir. Mevlana’nın Şems-i Tebriz’iyle olan yakınlığının anlatıldığı bölümde de belirtildiği gibi, Divan’da Şems’in etkisi Ma FihMevlana’nın sohbetleri arasında, başta tasavvuf olmak üzere, din, ahlak, felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışını söz konusu ettiği konuşmalarından meydana gelmiştir. Diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi, bu eser de sohbetleri sırasında bulunan yakınları tarafından not tutulmak suretiyle ortaya SebaMevlana’nın yedi vaazının bir araya getirilmesiyle meydana gelmiştir. Anılan eser, metin ve Türkçe çevirisiyle birlikte Ahmed Remzi Akyürek tarafından mensur eserleri arasında yer alan Mektubat, Selçuklu Devleti ileri gelenlerine, dönemin devlet adamlarına, dostlarına yazdığı 145 mektubun bir araya getirilmesi suretiyle eser halini almıştır. Diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi öğüt veren, öğretici yanı ön planda olan bir mensur olanlarda dahil eserlerini genel olarak Farsça yazmıştır. Eserlerinde kullandığı Türkçe kelime ve mısra sayısı sınırlıdır. Ayrıca, Arapça gazelleri, dörtlükleri mısraları da bulunmaktadır. Mevlana’nın eserlerinde genellikle Farsçayı kullanma sebebi öncelikle, aile çevresinden başlayarak öğrenimini bu dille görmüş olmasına bağlayabiliriz. Mevlana, yaşadığı dönemde çevresinden büyük ilgi görmüş, dönemin Selçuklu sultanları ile de yakınlık kurmuştur. Kurduğu bu yakınlık, Mevlana’nın toplum üzerinde daha etkili olmasını sağlamış, düşüncelerinin başta çevresinde bulunanlar olmak üzere yayılmasını kolaylaştırmıştır. Öte yandan, özellikle kendinden sonra, adının ve görüşlerinin yaşamasında oğlu Sultan Veled’ in etkisi olmuştur. Çünkü, babasının yolunu izleyerek adını sürdüren ve onun düşüncelerinin üzerine MEVLEVİLİK tarikatını kuran Sultan Veled’ dir. HACI BEKTAŞ_İ VELİ13. yüzyılda Anadolu’ya Horasan’dan gelen dervişlerden biri Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Bektaşilik tarikatının teşekkülünde, öteden beri önemli yerinin olduğu kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatıyla ilgili söylenenlerin çoğu, kısaca Vilayet-name ya da Velayet-name olarak tanınan Velayet-name-i Hacı Bektaş-ı Veli adlı menakıbnameyle dayandırılır. Hem Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatı hem de Bektaşilik ve Alevilik tarihi için önemli kaynak olarak kabul edilen Velayet-name’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ölümünden en az iki yüz yıl sonra sonlarıyla 16. yy’ın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak 1271’de öldüğü tahmin edilmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli Nişabur’ da doğmuş, Lokman-ı Perende adlı mutasavvıf tarafından yetiştirilmiş; Ahmed-i Yesevi’ye ilçesinin orta yerinde, büyük bir bahçenin çevirdiği, batıdan doğuya doğru uzanan, üç avlu içerisindeki türbeler ve diğer hizmet yapıları, Hacı Bektaş Veli Külliyesi'ni oluşturmaktadır. İlk yapı olan 'Çile Damı' Hacı Bektaş Veli'nin sağlığında inşa edilmiş, çeşitli zamanlarda yapılan eklentiler ve yenilemelerle Külliye bugünkü şeklini almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi, Orhan Gazi zamanında, 1338 yıllarında, nisbeten basit bir yapı olarak Çile Damı'na Yesevi vesilesiyle Anadolu’ya gelerek, Kırşehir civarında Sulucakarahöyük bugünkü adı Hacıbektaş’e yerleşmiş; orada dergahını kurup çevredeki Türkmenler ve gayri Müslimler arasında dervişlerinin de yardımıyla Müslümanlığı yayma faaliyetlerini yürütmüş, Sulucakara-höyük’te ilk tarikat kurucusu olarak bilinen Baba İlyas’ın şeyhlerinden Baba İshak’ın müridi olduğu, onun hakkında söylenenler arasındadır. Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas’ın halifeleri arasında sayılmakta ve Baba Resul diye anılmaktadır. Baba İshak’ın müridlerine Babai dendiği gibi Hacı Bektaş Veli’nin çevresinde toplananlara da Bektaşi denmiştir. Kuruluş yeri ve ilk yayılma alanı Kırşehir ve çevresi olan Şii-Batıni inanışlara meyilli Bektaşilik, 13. yüzyıl Anadolu’sunda halktan büyük ilgi ve destek görmüş; dini, ekonomik hatta askeri ve sosyal yanı olan Ahilik teşkilatı ve daha sonra da Yeniçeri Ocağı’yla da ilişkili olarak varlığını yüzyıllarca Bektaş-i Veli’nin Türkçe yazdığı nefes denilen ilahileri ile Anadolu halkına dini tasavvufi ve ahlaki yol göstericilik çoğunlukla hece vezni ve dörtlüklerle söylendiği için, Bektaşilik dilde ve edebiyatta milli çizgiyi korumuş ve yaşatmıştır. Ayrıca, Bektaşi’nin, Makalat adlı tasavvufi eserinin varlığından kaynaklar söz etmektedirler. Tasavvufa giren müridlere, tasavvuf kurallarının anlatıldığı bir el kitabı niteliğinde bir eserdir. YUNUS EMREBeyazıd Devlet Kütüphanesi’nde bulunan bir yazma eserde bildirildiğine göre Yunus, 1320-1321’de 82 yaşındayken ölmüştür. Bu bilgiye göre şairin doğum tarihi de 1240-1241 olmalıdır. Yunus, İç Anadolu ile Batı Anadolu arasında yaşadığı sanılmaktadır. Bazı araştırmacılara göre Yunus Emre ümmidir. Yani düzenli bir öğrenim görmemiştir. Bazılarına göre ise, şiirlerinden döneminde öğrenilmesi gerekli sayılan bilgilere sahip olduğu anlaşıldığından, onun sistemli bir eğitim gördüğü ortadadır. Ayrıca Yunus Emre’nin hocasının Tapduk Emre olduğu Emre’nin, düşüncelerini güçlü bir lirizmle ortaya koyduğu en ünlü eserinin Divan’ıdır. Yunus Emre, her şeyden önce mutasavvıftır. Yani o, şiirlerinin pek çoğunda tasavvufla ilgili konuları, tasavvufa ilişkin düşüncelerini işler. Ancak Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında ilahi aşk, ilahi aşkın verdiği coşku, heyecan ön planda yer alır. İyi insan olmanın neleri gerektirdiğini anlatmıştır. Allah sevgisinin yanı sıra Yunus’un işlediği ana konular arasında insan ve insanlık sevgisi bulunmaktadır. O, insanlar arası hoşgörü, barış, sevgi anlayışına dayalı kardeşlik düşüncesi üzerinde durur. İnsanların, din, mezhep, ırk farkı gözetilmeksizin bir ve eşit tutulmasını ister. Yunus Emre şiirleri, lirik olmanın yeri didaktiktirler. Yunus’un 13. yüzyıl Anadolu’sunda kurulmaya başlayan yazı dilinin önde gelen temsilcileri arasında yer almasını sağlamışlardır. Yunus Emre Türkçe’yi kullanması bakımından edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Yunus Emre “sehl-i mümteni” denilen, görüşte kolay fakat söylenişi zor şiir örneklerinin edebiyatımızdaki önde gelen ustalarından geniş halk toplulukları arasında yayılması ve tutulmasının sebebi ise halkın kullandığı kelime, deyim ve kavramları şiirlerinde olarak, Yunus Emre, güçlü şairliğinin yanı sıra, döneminin dilini kullanmakta gösterdiği başarı, düşünceleri ve işlediği konularla halk ve tekke şiirinden başka Divan şiirini de etkilemiş, etkisini ve ününü günümüze kadar sürdürmüş bir mutasavvıf şair, Anadolu’nun yetiştirdiği bir bilge Yunus Divanı, genelde ilahi tarzında yazılmış şiirlerden meydana gelmiştir. Hece vezni ile yazılmış söz konusu şiirler aynı zamanda aruzla yazılmıştır. Yunus’un ilahileri, aşkın ön planda yer aldığı bir tasavvuf anlayışını işlediklerinden lirizm yanı ağır basan, heyecan yönünden daha zengin,i etkileyici bir yapıya Yunus Emre bir başka eseride Risaletü’n Nushiyye adlı mesnevisidir. Bu eser, tasavvuf ilkelerinin anlatıldığı didaktik bir eserdir. Bu eserde aruzla SORULARISoru 1 Aşağıdakilerden hangisi Mevlana’nın eserlerinden değildir? a- Mesnevi b- Fihi ma fih c- Risaletü’n Nüshiyye d- MektubatSoru 2 Aşağıdakilerden hangisi Mevlana’nın hocasıdır?a- Lokman-ı Perendeb- Muhakkık Tırmizic- Tapduk Emred- Arslan BabaSoru 3 Hacı Bektaş-i Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren eserlere ne ad verilir?a- Mecalis-i Sebab- Nefesc- Makalatd- Velayet-nameSoru 4 Hacı Bektaş-i Veli kimin vasıtasıyla Anadolu’ya gelmiş ve İslamiyeti bu bölgede yaymaya çalışmıştır?a- Ahmet Yesevib- Hakim Süleyman Atac- Şair Alid- Mevlana Celaleddin RumiSoru 5 Aşağıdakilerden hangisi Yunus Emre’nin eseridir?a- Risaletü’n Nushiyyeb- Mektubatc- Nefesd- Velayet-nameSoru 6 Yunus Emre’nin hocası aşağıdakilerden hangisidir?a- Ahmed Yesevib- Lokman-ı Perendec- Tapduk Emred- Şems-i Tebrizi
İstanbul Büyükşehir Belediye İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bağcılar Cemevi'nde "Cemevlerimiz, Alevi vatandaşlarımızın ibadethanesidir. Eşit hizmet, eşit vatandaş anlayışıyla, Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerine dönük her türlü hizmet almalarında 'mış' gibi yapmayıp, gerçekten bu duyguyu kabul ederek, hissederek, onların yanında olarak, onların ihtiyaçlarına koşmaya hepinizin huzurunda bir kez daha söz veriyorum" Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bağcılar Cemevi'nde Alevi vatandaşlarla bir araya geldi. Muharrem ayının içinde, insanlık için büyük dersler barındırdığını belirten İmamoğlu, şunları söyledi "ORUÇ AÇMA SOFRASINDA BULUNMAK, GERÇEKTEN BENİM İÇİN ONURDUR, GURURDUR Kerbela'da yaşanan o büyük acıyı, yüzyıllar geçse de en derinden hisseden, yaşayan ama yaşadığı kadarıyla da dünyaya en güzel duyguları nakşetmeye gayret eden, 'Önce insan' diyen, barışı, huzuru, bir arada yaşamın en güzel örneklerini her zaman dilinden dökülen kelimelerde. yaşam prensiplerinde hissettiğim Alevi yurttaşlarımın Muharrem ayındaki bu oruç açma sofrasında bulunmak, gerçekten benim için onurdur, DERİN ACILARI ALEVİ VATANDAŞLARIMIZ YAŞADI Belki de bu derin acıları, yine bu topraklarda dönem dönem ne yazık ki Alevi vatandaşlarımız yaşadı. Ama öyle bir erdem, öyle bir vatan tutkusu ve Kerbela'dan en insani, en hümanist, en vicdani duygularla bezenmiş bir şekilde hayatına, yaşamına felsefe edinmiş insanlarımız, yurttaşlarımız olarak sizler, her zaman yine bizlere şu duayı ettirdiniz Allah memleketimizin, milletimizi bu acılardan korusun, bir daha yaşanmasın. ve ülkemizde, milletimizde en derin duygu olan vicdanı, ahlakı, adaleti en iyi temsil eden toplulukların başında geldiniz. Ben İstanbul'da sizlere hizmet etmeye gayret eden bir hemşehrimizin, bir AİLENİZİN BİR FERDİ OLARAK KABUL EDİN Beni ailenizden bir fert, ama kardeşiniz ama arkadaşınız, ama büyüğünüz, ama küçüğünüz olarak kabul etmenizi, dua etmenizi istiyorum. Allah şahit ki; tüm duygularımla, ilk gün hangi enerjiyle yola koyulmuşsam, bugün aynı enerjiyi, hatta onu katlar bir biçimde başarıya susamış, belki hücreleri tazelenmiş, 'Gençliğimiz var' dediğimden daha kendini genç hisseden, enerjisi yüksek bir birey olarak, sizlerin layık olduğu, 16 milyon. İstanbullunun layık olduğu bir yerel yönetimi bu şehre kazandırma çabası içerisindeyim. Sizlere hizmet eden bu doğrultudan asla vazgeçmeyeceğim. İçinde, eşitlik ve adalet duygusu var. İçinde, yoksulun yanında olmak; içinde, elinden geldiğince her insanın yardımına koşan, aynı zamanda onlara imkanları, fırsatları eşit sunmaya çalışan bir yönetici ahlakıyla hareket eden bir Belediye Başkanı olmak var. Sadece size oy verenlere değil; oy veren, vermeyen herkese eşit hizmet. Bu memlekette yaşayan her bireye ALEVİLERİN İBADETHANESİDİR Her inançtan ya da gruptan vatandaşa olduğu gibi, Alevi yurttaşların da yanında olacağız. Bu noktada net olarak birçok yerde ifade ediyorum ki, insanlarımızın zihnine nakşolsun. Alevi vatandaşlarımızın bu güzel ibadethanesinde, cemevinde bulunan bir kardeşiniz, bir hemşehriniz, bir Belediye Başkanınız olarak söylüyorum ki; cemevlerimiz, Alevi vatandaşlarımızın ibadethanesidir. Dolayısıyla eşit hizmet, eşit vatandaş anlayışıyla Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerine dönük her türlü hizmet almalarında 'mış' gibi yapmayıp, gerçekten bu duyguyu kabul ederek, hissederek, onların yanında olarak, onların ihtiyaçlarına koşmaya hepinizin huzurunda bir kez daha söz için, ülkem için, milletimiz için, şehrimiz için, Hacı Bektaş-ı Veli'nin huzurunda dua edeceğim. ve bugün bizi kötülükten koruyan, bu toprakların o derinliğinde bulunan manevi hislerin, manevi kişiliklerin, velilerin, dervişlerin büyük katkısı olduğuna inanan birisiyim. Dolayısıyla bizi Hacı Bektaş-ı Veli'nin Yunus Emre'nin, Mevlana'nın duaları korusun. Onların bize bıraktığı o güzel duyguları taşıyan insanlar olalım. Eğer Hacı Bektaş-ı Veli'yi biraz öğrenmişsek ya da Mevlana'yı ya da Yunus Emre'yi ve diğerlerini bu toprakların erenlerini birazcık anlamışsak, dünyanın en güzel insanları bir arada yaşatan, cennet gibi vatanın sahibi oluruz. O bakımdan karmaşalardan, kargaşalardan, ayrışmalardan, kutuplaşmalardan, yüce Allah'ım bizleri korusun. Aşurenin bereketi bizi bir arada tutan duyguları, o güzel içtenliği bu toprakların içinde fışkıran o güzelliği, hepimizin sofrasında olsun. Hepimizin çocuğunun, gençlerinin yaşamının yanında olsun. Sizleri İyi temsil etmeye çalışacağım, sizlere mahcup olmayacağım. Allah hepinizi korusun." Ekrem İmamoğlu İstanbul Bağcılar Güncel Haberler
Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’nin hangi tarikata mensup oldukları konusu, akademik araştırmalardan uzak çevrelerce genellikle Hacı Bektaş’ı konu olan Vilayetname’deki menkıbelerden yola çıkılarak kısa yoldan ve yeterince araştırılmadan neticeye bağlanmaktadır. Bu eserde Hacı Bektaş ya doğrudan ya da Lokman Perende isimli meçhul bir şahıs vasıtasıyla Ahmed Yesevi’nin mürit ve halifesi olarak gösterilmekte, Yunus Emre de Tapduk Emre vasıtasıyla Hacı Bektaş’ın yolunda bir sufi olarak kabul edilegelmektedir. Ancak Vilayetname’den daha eski ve daha güvenilir kaynakları inceleyen akademisyenler durumun böyle olmadığının farkındadırlar. Ayrıca müellifi meçhul olan ancak Uzun Firdevsi tarafından yazıldığı tahmin edilen bu Vilayetname, XVI. asırda yani tarihen geç döneme ait olmasına ek olarak, Anadolu’daki birçok meşhur mutasavvıfı Hacı Bektaş’a mürit gibi gösterme gayretiyle üretilmiş menkıbelerle doludur. Dolayısıyla tasavvuf tarihi araştırmalarında kullanılırken çok dikkatli olunmalı ve daha eski kaynaklar ihmal edilmemelidir. Bu yazıda, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli’nin tarikat silsileleri farklı ve muteber kaynaklar ışığında, akademik detaylara girilmeden, herkesin anlayabileceği sade bir üslupla ele alınacaktır. Yûnus Emre’nin Tarîkat Silsilesi Yunus Emre’nin şeyhi, Tapduk Emre’dir. Bazı kaynaklara göre Tapduk Emre bir Kādiri şeyhidir.1 Bazı kaynaklara göre Buharalı Şeyh Sinan isminde bir zatın mürit ve halifesidir.2 Bazı kaynaklara göre Evhaduddin Kirmani’nin müridi,3 bazı kaynaklara göre ise Barak Baba’nın mürit ve halifesidir. Yunus Emre’nin bir şiirindeki Yunus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasibÇün gönülden cuş kıldı ben nice pinhan alam.4 ifadeleri onun silsilesi hakkında bilgi vermekte, Tapduk Emre’nin şeyhinin Barak Baba olduğunu ifade etmektedir.5 Barak Baba Tokat yakınlarındaki bir köyde doğmuş, farklı şehirlerde bulunduktan sonra 707 1307 tarihinde gittiği İran’da öldürülmüş olup kabri Zencan eyaletindeki Sultaniye’dedir.6 Balıkesir’in Bigadic ilçesinin İğciler köyünde de bir Barak Baba türbesi vardır. Bu durum, tarihte Barak Baba isminde birden çok şahsın yaşamış ve bunların hayat hikayelerinin birbirine karışmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Barak Baba’nın şeyhi Sarı Saltuk’tur. Nitekim Barak Baba şathiye tarzındaki sözlerinde “Heyhate heyhut, Saltuk Ata, miskin Barak” sözleriyle şeyhinin Sarı Saltuk olduğunu ifade etmiştir.7 Sarı Saltuk Anadolu’dan Balkanlar’a göç etmiş ve 697 1297 senesinde muhtemelen bugün Romanya’nın Dobruca bölgesindeki Babadağ kasabasında vefat etmiştir. Birçok yerde makam kabirleri vardır.8 Saltukname isimli esere göre, Sarı Saltuk’un Osman Gazi’ye söylediği şu sözler, onun karakterini ve din anlayışını ortaya koymaktadır “Ulema ve sulehayı sevün, rağbet idün ve şeriate boyun tutun, ilm u ibadete şuru’ eylen… Ve bu Hanefi mezhebin daim gözet ki cemi’ mezhebun akdem ve akvası ve pakidur.”9 Sarı Saltuk’un şeyhi Mahmud Hayrani’dir o. 667/1269.10 Mahmud Hayrani Konya yakınlarındaki Akşehir’de yaşamış ve orada vefat etmiştir. İbnu’s-Serrac’ın o. 747/1346 Tuffahu’l-ervah ve Ebu Bekr el-Ayderus’un o. 914/1508 en-Necmu’s-sa’i isimli eserlerine göre Mahmud Hayrani’nin şeyhi Ahmed er-Rifai’dir o. 578/1182. Bu kaynaklardan en-Necmu’ssa’i’de Mahmud Hayrani’nin Rum yani Anadolu’dan Irak bölgesindeki Ümmü Abide’ye gittiği, orada Ahmed er-Rifai’ye intisap ile on iki sene hizmet ettiği, sekr ve vecd ehli olduğu, sonra icazet alıp Anadolu’ya döndüğü, Anadolu’da Sarı Saltuk’un kendisine intisap ettiği anlatılır.11 Ancak Ahmed er-Rifai’nin vefat tarihi h. 578, Mahmud Hayrani’nin vefat tarihi ise h. 667’dir. Yani Rifai’nin vefatından sonra Hayrani’nin yaklaşık 90 yıl daha yaşamış olması gerekir ki zor bir ihtimaldir. Bu problemi çözen kaynak ise İbnu’s-Serrac’ın Tuffahu’l-ervah’ıdır. 715’te 1315 kaleme alınan bu oldukça eski ve güvenilir kaynakta şu bilgiler yer alır “Bil ki, Şeyh Mahmud Hayrani Ümmü Abide’ye gitti. Efendimiz Sultanu’larifin Seyyidu’s-sıddikin Ahmed b. Ebi’l-Hasen er-Rifai’nin Allah nurunu takdis etsin, mezarını nurlandırsın türbesinin karşısında durdu. Bu bekleyiş, kendisine seçkin bir hal açılıncaya, bol nasip ve pak talih gelinceye kadar, ikisinin arasında vasıtasız bir şekilde sürdü. Ahmed er-Rifai’nin hasetcilerin ve muhaliflerin öfkesine rağmen Allah onun şanını yüceltsin şerefli revakında dergahında vaktin sahibi şeyhi de vardı. Şurası aşikardır ki, efendimiz Şemseddin Ahmed el-Musta’cil zamanının gavsıydı. Şeyh Mahmud Hayrani’nin veliliğe ulaştığı ve keramet nurlarının yayıldığı zaman Şeyh el- Musta’cil ona bir adam gönderdi. Adam şeyhe şöyle dedi “Nasibinden bize ne bıraktın?” Şeyh cevaben “Dörtte bir” veya bu anlamda bir söz söyledi. Denilir ki; “Şayet böyle demeseydi nasibinin hepsi gidecekti.” Şeyh Mahmud onun halini kesin olarak kabul etti ve şeyhte iyi tesirler bıraktı. Sonra Şeyh Saltuk onun yoldaşı oldu, ondan nasibini aldı ve zamanının seçkinlerinden oldu. Küffar diyarında büyük yol kat etti. Orada çeşitli gruplar kendisine teslim oldu. Allah onun sayesinde pek çok insana hidayet verdi.”12 Bu paragraftan anlaşıldığına göre Mahmud Hayrani tasavvufi eğitimini Ahmed er-Rifai’den Uveysi yolla almıştır.13 Hayrani, Irak’taki Ümmü Abide’ye gittiğinde Ahmed er-Rifai vefat etmişti ve dergâhta muhtemelen Şemseddin Ahmed Musta’cil postnişin idi.14 Hayrani, Rifai’nin türbesinde Üveysi yolla ondan feyz aldığı gibi, anlaşılan o dönemde şeyh olan Musta’cil’den de zahiren istifade etmiş ve manevi halini ona onaylatmıştır. Netice itibariyle Mahmud Hayrani Anadolu’ya döndüğünde artık bir Rifai şeyhidir. Mahmud Hayrani’nin torunu Seyyid Ali’nin İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan mezar sandukasının envanter numarası 194 ayak tarafındaki kitabede mealen “Bu temiz türbe, sa’id, şehid, Rifai Mahmud’un oğlu Muhammed’in oğlu Seyyid Ali’nindir” ifadelerinin yer alması, Mahmud Hayrani’nin Rifai olduğuna başka bir delildir.15 Sarı Saltuk da Anadolu’da Hayrani’ye mürit olmuştur. Sarı Saltuk’un müridi, Barak Baba, Barak Baba’nın müridi Tapduk Emre, Tapduk Emre’nin müridi de Yunus Emre’dir. Yani Yunus Emre bir Rifai tarikatı mensubudur ve silsilesi şoyledir Ahmed er-Rifa’i Üveysi yollaŞemseddin Ahmed el-Musta’cilMahmud HayraniSarı SaltukBarak BabaTapduk EmreYunus Emre. Selçuklu devletinin son dönemleri ile Osmanlı devletinin başlangıç yıllarında Anadolu’da Rifai derviş ve şeyhlerinin bulunduğu bilinmektedir. Bu şeyhlerden biri Ahmed Kûçek er-Rifai idi.16 Rifaiyye’nin kurucusu olan Ahmed er-Rifai ise o dönemlerde muhtemelen bu şahısla karıştırılmasın diye “Ahmed Kebir” diye anılıyordu. Yunus Emre de bir şiirinde “Ahmed Kebir” adıyla Seyyid Ahmed er-Rifai’yi şöyle yâd etmiştir “Ol Seyyid Ahmed Kebir müyesserdi ana nurIyalleri cümle şir ol hulkı merdan kanı.”17 Hacı Bektaş Velî’nin Tarîkat Silsilesi Vilayetname gibi bazı kaynaklarda Bektaşiyye tarikatının piri Hacı Bektaş-ı Veli’nin o. 669/1271, Ahmed Yesevi’nin mürit ve halifelerinden biri olduğu ya da Yesevi’nin talebesi olduğu iddia edilen Lokman Perende’nin müridi olduğu kaydedilmiştir.18 Ahmed Eflaki’nin o. 761/1360 Menakıbu’larifin ve Aşıkpaşazade’nin o. 889/1484’ten sonra Tarih’i gibi daha eski ve muteber kaynaklarda ise Hacı Bektaş, Anadolu Selçuklu Devleti aleyhine ekonomik sebeplerle bir isyan tertipleyen ve 637 1240 senesinde idam edilen Baba Rasul namıyla meşhur Vefai şeyhi Baba İlyas-ı Horasani’nin müridi ve halifesidir.19 Baba İlyas’ın başlattığı Babailer isyanına katılmayıp inzivaya çekildiği anlaşılan Hacı Bektaş sonraları tarikat faaliyetine başlamıştır. Ancak görülen o ki, bu dönemde devletin ve toplumun tepkisinden çekinen ilk donem Bektaşileri, tarikat silsilelerinin isyanın lideri olan Baba İlyas yoluyla Vefaiyye tarikatına bağlandığını söylemekten kaçınıp Hacı Bektaş’ın Ahmed Yesevi’nin halifesi olduğunu iddia etmiş, böylece hem isyan töhmetinden uzak kalmayı hem de Yesevi’nin şöhretinden istifade etmeyi hedeflemiş olmalıdırlar. Bu sözlü propaganda zamanla semeresini verip sonraki döneme ait yazılı kaynaklara da intikal etmiştir. Vilayet-name’yi neşre hazırlayan Abdulbaki Gölpınarlı’nın eserin sonuna eklediği açıklamalar bölümündeki şu cümleleri, onun da bu kanaatte olduğunu göstermektedir Öte yandan Babailer isyanının mezhebi ve meşrebi kaygılarla değil, ekonomik ve siyasi sebeplerle oluştuğunu vurgulamak gerekir.21 Çünkü Babailer ve ilk donemdeki Bektaşiler’in Sünni olduğu anlaşılmaktadır. 22 Hacı Bektaş’ın Makalat’ı ile Baba İlyas’ın torunu Aşık Paşa’nın Ö. 733/1332 Garibname isimli eserleri bunun en açık delilidir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Hacı Bektaş Veli 669 1271 senesinde vefat etmiştir. Ahmed Yesevi’nin vefat tarihi olarak ise 562 1166 senesi kabul edilmektedir. Yani bu iki mutasavvıf arasında bir asırlık zaman farkı vardır ve görüşmeleri tarihen imkansız gibidir. Bu tarih problemini aşmak için araya Lokman Perende isminin yerleştirilmiş olması da muhtemeldir. Öte yandan Hacı Bektaş’ın gerçek şeyhi olan Baba İlyas’ın mürit ve halifelerinden birinin ismi de Lokman Baba’dır. Amasya Tarihi isimli kaynağa göre Hacı Bektaş Veli, bu Lokman Baba’nın mürit ve halifesidir.23 Hacı Bektaş, şeyhi Baba İlyas’ın vefatından sonra Lokman Baba’dan da feyz almış olabilir. Zamanla gerçek tarih unutulup efsanevi menkıbeler üretilirken bu Lokman Baba, Lokman Perende adıyla Ahmed Yesevi ile Hacı Bektaş arasındaki tarihi boşluğu doldurmak için yerleştirilmiş olabilir. Bu konuda Fuat Köprülü yaklaşık bir asır önce şöyle yazmıştı “Bektaşilikle Yesevilik arasında hiçbir hakiki bağ mevcud değildir.”24 Bu konuda yapılan son araştırmalar, Köprülü’yu destekler mahiyettedir.25 Takıyyuddin Abdurrahman el-Vasıti’ye o. 744/1343 nisbetle neşredilen Tiryaku’l-muhibbin isimli eserde Hacı Bektaş, Ahmed Yesevi’nin müridi olarak gösterilmiş ise de, 26 bu matbu eserin gerçek Tiryaku’l-muhibbin olmadığı, gerçeğinin henüz Paris’te yazma halinde 27 ve matbudan oldukça farklı olduğu anlaşılmıştır.28 Muteber kaynaklara göre Hacı Bektaş’ın şeyhi Baba İlyas Horasani’dir. Baba İlyas’ın şeyhi de Mardin Dedeköy’de medfun olan Dede Garkın’dır. Dede Garkın, Bağdat’ta Kürt asıllı bir mutasavvıf olan Tacu’l-arifin Ebu’l- Vefa Bağdadi o. 501/1107 29 tarafından kurulup zamanla kuzey Irak ve Anadolu’ya yayılan Vefaiyye tarikatının bir şeyhidir.30 Dede Garkın ile Ebu’l-Vefa Bağdadi arasında yaklaşık bir asır zaman vardır. Bu süre içinde Vefaiyye tarikatı silsilesinde birkac şeyh daha gecmiş olmalıdır. Ancak onların isimleri kaynaklarda kayıtlı değildir. Bu durumda Hacı Bektaş’ın silsilesi şöyle olmaktadır Ebu’l-Vefa Bağdadi … Dede Garkın Baba İlyas Horasani Hacı Bektaş Veli. Netice olarak Bektaşiliğin Yeseviyye ile silsile yönünden bir alakasının olmadığı ve Irak’ta kurulan Vefaiyye’nin bir kolu durumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Yunus Emre’nin silsilesi de Rifaiyye tarikatına ulaşmaktadır. Yani muteber kaynaklara göre Yunus Emre Rifai, Hacı Bektaş Vefai’dir. Kaynakça Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakultesi ntosun 1 Bk. Mehmed Rif’at Kadiri, Nefhatu’r-riyazi’l-aliye fi beyani tarikati’l-Kadiriyye, Millet Ktp., Ali Emiri Şer’iyye, no 1127, vr. 275b-276a; Adalet Cakır, Abdulkādir-i Geylani ve Kadirilik, İstanbul İSAM Yay., 2012, s. 923-925. 2 Fuad Koprulu, Turk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981, s. 266-267. 3 Mikail Bayram, “Anadolu Selcukluları Zamanında Evhadi Dervişler”, Türkler, ed. H. Celal Güzel ve dğr., Ankara Yeni Turkiye Yay., 2002, VII, 323-324. 4 Yunus Emre, Divan – Risaletu’n-nushiyye, nşr. Mustafa Tatcı, İstanbul H Yay., 2011, s. 218. 5 Ayrıca bk. Haşim Şahin, “Tapduk Emre”, DİA, XL, 12-13. 6 Barak Baba için bk. Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1992, s. 17-26; Ahmet Yaşar Ocak, “Barak Baba”, DİA, V, 61-62. 7 Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, s. 265. 8 Sarı Saltuk için bk. Gölpınarlı, age, s. 27-41; Machiel Kiel, “Sarı Saltuk”, DİA, XXXVI, 147- 150. 9 Ebu’l-Hayr-ı Rumi, Saltuk-Name, nşr. Şükrü Haluk Akalın, Ankara 1990, III, 273. 10 Mahmud Hayrani hakkında bk. Abdulbaki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, s. 37, 45- 46; Ethem Cebecioğlu, “Mahmud-ı Hayrani”, DİA, XXVII, 367-368. İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’nde 193 envanter numarasıyla kayıtlı olan Mahmud Hayrani’nin mezar sandukasındaki yazıda babasının isminin Mesud olduğu belirtilmiştir. Ebu’l-Hayr Rumi’nin Saltuknane’sinde de Sarı Saltuk’un Seyyid Mahmud-i Hayran’a intisap edip dört terkli tac giydiği anlatılır. 11 Ebu Bekr b. Abdullah el-Ayderus, en-Necmu’s-sai fi menakıbi’l-kutbi’l-kebir er-Rifai, nşr. Ali Hasan el-Ariz, Kāhire 2009, s. 34-37. Aynı bilgiler icin ayrıca bk. Abdullah Çakır, El Yazması İki Menakıb-ı Seyyid Ahmed er-Rifai –İnceleme ve Karşılaştırma–, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, MUSBE, İstanbul 2007, s. 107-108, 215-216. 12 İbnu’s-Serrac Muhammed b. Ali ed-Dımaşki, Tuffahu’l-ervah ve miftahu’l-irbah, ABD Princeton University Library Gift of Robert Garrett, eski no 97 yeni no 1127Y, vr. 198b-199a; Mehmet Saffet Sarıkaya, Mehmet Necmettin Bardakçı ve Nejdet Gurkan, İbnu’s-Serrac’ın Eserleri Çerçevesinde XIII. Yüzyılda Güneydoğu Anadolu’da Dini-Tasavvufi Hayat, Isparta 2012 Yayımlanmamış Çalışma, s. 246. Metnin tercümesi bu çalışmadan alınmıştır. Henüz yayınlanmayan bu çalışmadan istifade etmemiz için bir kopya gönderen üç araştırmacı dostumuza müteşekkirim. 13 Üveysilik bir kişinin zahiren görmediği bir zattan rüya gibi manevi yollarla eğitim almasıdır. Bk. Necdet Tosun, “Uveysilik”, DİA, XLII, 400-401. 14 Şemseddin Ahmed ismindeki bu zat, Ahmed er-Rifai dergahının dördüncü postnişini olan Şemseddin Muhammed b. Abdurrahim’in o. 619/1222 oğlu olan Şemseddin Ahmed olmalıdır. Bk. İzzeddin Ebu’l-Abbas Ahmed el-Farusi, er-Reşehatu’l-haseniyye ale’n-Nefhati’l-miskiyye, nşr. Şerefuddin Hasan, Dımaşk 1999, s. 213. Rifai dergahının Ahmed er-Rifai’den sonraki ilk üç postnişini şunlardır Seyyid Ali b. Osman, Seyyid Abdurrahim, Seyyid İbrahim Azeb. Bk. Hacı Husam İbrahim el-Kazeruni, Şifau’l-eskam fi sireti Gavsi’l-enam Ahmed er-Rifai Menkıbeleri, trc. Nurettin Bayburtlugil-Necdet Tosun, İstanbul Gelenek Yay., 2004, s. 15, 137-159. İbnu’s-Serrac’ın tarikat silsilesinde Şemseddin Ahmed Mustacil şöyle zikredilir Ahmed er- Rifai, Seyfeddin Ali b. Osman, Şeyh Abdurrahim, İbrahim Azeb, Şemseddin Muhammed b. Abdurrahim, Kutbuddin Ebu’l-Hasan Ali, Şeyh Necmeddin Ahmed b. Ali, Şeyh Şemseddin Mustacil Ahmed b. Muhammed. Bk. Mehmet Saffet Sarıkaya ve dğr., age, s. 10-11. 15 Metnin orijinali Arapça olarak şöyledir “Hâzihi türbetü’l-mutahhara li’s-said eş-şehid Seyyidi Ali b. Muhammed b. Mahmud er-Rifai”. Bu konuda ayrıca bk. Ali Kozan, “Turkiye Selcukluları Doneminde Akşehir’de Bir Sufi Seyyid Mahmud Hayrani ve Zaviyesi”, Vakıflar Dergisi, Aralık 2012, sayı 38, s. 43-64. 16 Bk. Sadi Bayram, “Samsun-Ladik ve Seyyid Ahmed-i Kebir Hazretleri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, sayı 5, 1990, s. 11-22. 17 Yunus Emre, age, s. 342. 18 Bk. Anonim, Vilayet-name Manakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, nşr. Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul 1995, s. 16, 19. 19 Ahmed Eflaki, Menakıbu’l-arifin, Farsça nşr. Tahsin Yazıcı, Ankara 1976, I, 381; Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, nşr. Ali Bey, İstanbul 1332/1914, s. 1, 204-205; Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, İstanbul 1996, s. 172-174. 20 Bk. Anonim, Vilayet-name, s. 103. 21 Mikail Bayram, “Baba İshak Harekatının Gerçek Sebebi ve Ahi Evren İle İlgisi”, Diyanet Dergisi, XVIII/2, Mart-Nisan 1979, s. 69-78; Ahmet Yaşar Ocak, “Babailik”, DİA, IV, 373-374. 22 Bk. Mikail Bayram, “Hacı Bektaş-ı Horasani Hakkında Bazı Yeni Kaynaklar ve Yeni Bilgiler”, Osmanlı, ed. Güler Eren, Ankara Yeni Türkiye Yay., 1999, VII, 51-56. 23 Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1327-1330, II, 395-396. 24 Bk. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1993, s. 112. 25 Bk. Ahmet Yaşar Ocak, “Türkiye Selçukluları Döneminde ve Sonrasında Vefai Tarikatı Vefaiyye”, Belleten, LXX/257, Nisan 2006, s. 119-154. 26 Takıyyuddin Vasıti, Tiryaku’l-muhibbin, Mısır 1305, s. 47. 27 Bibliotheque Nationale de Paris, code 5291, vr. 243-270. 28 Bk. Kazeruni, Ahmed er-Rifai Menkıbeleri, s. 13-14. 29 Ahmet Yaşar Ocak, “Ebu’l-Vefa el-Bağdadi”, DİA, X, 347-348. 30 Bk. Haşim Şahin, “Vefaiyye”, DİA, XLII, 600-603. * Prof. Dr. Necdet TOSUN -TASAVVUF İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi Yıl 14 [Ocak-Haziran 2013] Sayı 31
İstanbul Büyükşehir Belediye İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bağcılar Cemevi’nde “Cemevlerimiz, Alevi vatandaşlarımızın ibadethanesidir. Eşit hizmet, eşit vatandaş anlayışıyla, Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerine dönük her türlü hizmet almalarında mış’ gibi yapmayıp, gerçekten bu duyguyu kabul ederek, hissederek, onların yanında olarak, onların ihtiyaçlarına koşmaya hepinizin huzurunda bir kez daha söz veriyorum” dedi. Abone Ol İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bağcılar Cemevi’nde Alevi vatandaşlarla bir araya geldi. Muharrem ayının içinde, insanlık için büyük dersler barındırdığını belirten İmamoğlu, şunları söyledi "Kerbela’da yaşanan o büyük acıyı, yüzyıllar geçse de en derinden hisseden, yaşayan ama yaşadığı kadarıyla da dünyaya en güzel duyguları nakşetmeye gayret eden, Önce insan’ diyen, barışı, huzuru, bir arada yaşamın en güzel örneklerini her zaman dilinden dökülen kelimelerde. yaşam prensiplerinde hissettiğim Alevi yurttaşlarımın Muharrem ayındaki bu oruç açma sofrasında bulunmak, gerçekten benim için onurdur, gururdur. "EN DERİN ACILARI ALEVİ VATANDAŞLARIMIZ YAŞADI" Belki de bu derin acıları, yine bu topraklarda dönem dönem ne yazık ki Alevi vatandaşlarımız yaşadı. Ama öyle bir erdem, öyle bir vatan tutkusu ve Kerbela'dan en insani, en hümanist, en vicdani duygularla bezenmiş bir şekilde hayatına, yaşamına felsefe edinmiş insanlarımız, yurttaşlarımız olarak sizler, her zaman yine bizlere şu duayı ettirdiniz Allah memleketimizin, milletimizi bu acılardan korusun, bir daha yaşanmasın. Ve ülkemizde, milletimizde en derin duygu olan vicdanı, ahlakı, adaleti en iyi temsil eden toplulukların başında geldiniz. Ben İstanbul'da sizlere hizmet etmeye gayret eden bir hemşehrimizin, bir dostunuzun. Beni ailenizden bir fert, ama kardeşiniz ama arkadaşınız, ama büyüğünüz, ama küçüğünüz olarak kabul etmenizi, dua etmenizi istiyorum. Allah şahit ki; tüm duygularımla, ilk gün hangi enerjiyle yola koyulmuşsam, bugün aynı enerjiyi, hatta onu katlar bir biçimde başarıya susamış, belki hücreleri tazelenmiş, Gençliğimiz var’ dediğimden daha kendini genç hisseden, enerjisi yüksek bir birey olarak, sizlerin layık olduğu, 16 milyon. İstanbullunun layık olduğu bir yerel yönetimi bu şehre kazandırma çabası içerisindeyim. Sizlere hizmet eden bu doğrultudan asla vazgeçmeyeceğim. İçinde, eşitlik ve adalet duygusu var. İçinde, yoksulun yanında olmak; içinde, elinden geldiğince her insanın yardımına koşan, aynı zamanda onlara imkanları, fırsatları eşit sunmaya çalışan bir yönetici ahlakıyla hareket eden bir Belediye Başkanı olmak var. Sadece size oy verenlere değil; oy veren, vermeyen herkese eşit hizmet. Bu memlekette yaşayan her bireye eşit. "CEMEVLERİ ALEVİLERİN İBADETHANESİDİR" Her inançtan ya da gruptan vatandaşa olduğu gibi, Alevi yurttaşların da yanında olacağız. Bu noktada net olarak birçok yerde ifade ediyorum ki, insanlarımızın zihnine nakşolsun. Alevi vatandaşlarımızın bu güzel ibadethanesinde, cemevinde bulunan bir kardeşiniz, bir hemşehriniz, bir Belediye Başkanınız olarak söylüyorum ki; cemevlerimiz, Alevi vatandaşlarımızın ibadethanesidir. Dolayısıyla eşit hizmet, eşit vatandaş anlayışıyla Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerine dönük her türlü hizmet almalarında mış’ gibi yapmayıp, gerçekten bu duyguyu kabul ederek, hissederek, onların yanında olarak, onların ihtiyaçlarına koşmaya hepinizin huzurunda bir kez daha söz veriyorum. Memleketim için, ülkem için, milletimiz için, şehrimiz için, Hacı Bektaş-ı Veli'nin huzurunda dua edeceğim. Ve bugün bizi kötülükten koruyan, bu toprakların o derinliğinde bulunan manevi hislerin, manevi kişiliklerin, velilerin, dervişlerin büyük katkısı olduğuna inanan birisiyim. Dolayısıyla bizi Hacı Bektaş-ı Veli'nin Yunus Emre'nin, Mevlana'nın duaları korusun. Onların bize bıraktığı o güzel duyguları taşıyan insanlar olalım. Eğer Hacı Bektaş-ı Veli'yi biraz öğrenmişsek ya da Mevlana'yı ya da Yunus Emre'yi ve diğerlerini bu toprakların erenlerini birazcık anlamışsak, dünyanın en güzel insanları bir arada yaşatan, cennet gibi vatanın sahibi oluruz. O bakımdan karmaşalardan, kargaşalardan, ayrışmalardan, kutuplaşmalardan, yüce Allah'ım bizleri korusun. Aşurenin bereketi bizi bir arada tutan duyguları, o güzel içtenliği bu toprakların içinde fışkıran o güzelliği, hepimizin sofrasında olsun. Hepimizin çocuğunun, gençlerinin yaşamının yanında olsun. Sizleri İyi temsil etmeye çalışacağım, sizlere mahcup olmayacağım. Allah hepinizi korusun.” ANKA Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun
Anadolu’nun karanlık çağında “diken içinde açan güllerin en ihtişamlı; fakat bir o kadar da sade olanı Yunus’tur… Bu sade dervişin hayatı tam bir “masal güzelliği” taşır… Anadolu mutasavvıfı, Türkçe şiirin öncüsü ve halk şairi Yunus Emre'nin Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı öğütleyen İslam tasavvufundan kaynaklanan ve lirizmle beslediği şiirleri, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaştı. Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş Okunu kör nefsin, kılıçla çelmiş... Bizim Yunus, Bizim Yunus.... Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş; Ölüm dedikleri perdeyi delmiş.... Bizim Yunus, Bizim Yunus.... N. FAZIL KISAKÜREK BEKTAŞİ ANANESİ " Yunus bu sözleri catar sanki balı yağa katar Halkta metaların satar yükü gevherdir tuz değil" Anadolu'da yetişen ilk büyük mutasavvıfların hemen hemen hepsini Hacı Bektaş Veli'nin müridi ve inananı şeklinde tanıtmak isteyen Bektaşi ananesinde, Yunus Emre hakkında yeter derecede bilgiye rastlanır. Bektaşi ananesine göre Hacı Bektaş Veli, Rum diyarına geldiği zaman, Seyyid Mahmud Hayrani,Celaleddin Rum,Hacı İbrahim Sultan gibi birtakım büyük mutasavvıflar arasında ,Emre adlı ''kuvvetli velayet sahibi'' bir şeyh vardı. Hacı Bektaş'ın daveti üzerine tüm Rum erenleri onun yanına geldikleri halde, bu şeyh edense davete icabet göstermedi. Diğer Rum erenleri onun gelmek istemediğini HACI Bektaş Veli'ye haber verdiler; o da daha önce Karaca Ahmed ile beraber yanına gelmiş olan İsmail ismindeki dervişini gönderip Emre'yi yanına çağırttı ve gelmemesindeki hikmeti sordu. Emre, perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini ve hazır bulunduğu o erenler toplantısında Hacı Bektaş adlı kimseyi hiç görmediğini söyledi. Hacı Bektaş Veli, o elin bir işaret olup olmadığını sorunca, ayasında yeşil bir ben gördüğünü söyledi. O vakit Hacı Bektaş elini uzattı ve ayasındaki yeşil ben hayretle gören emre, kendisine evvelce el veren mürşidin karşısında bulunduğunu anlayınca, tamamen üç kere hayretle ''Taptuk padişahım''dedi ve ismi işte o zamansan başlayarak Taptuk Emre oldu. YUNUS EMRE'Yİ HAZIRLAYAN ŞARTLARI Mevlâna'dan ve ondan önce de İbni Arabî'den söz edilmelidir. Çünkü Yunus Emre'nin de savunucusu olduğu tevhid "birlik" fikrinin asıl mimarı Muhyiddin Arabî'dir. 1204 yılında Konya'ya gelen Muhyiddin Arabî, bir süre burada kalmış, ardından Malatya'ya geçmiş ve bu süre zarfında Vahdet-i Vücut anlayışının Anadolu'da yayılmasına ve benimsenmesinde etkili oldu. Bu fikri, şiir ve musikinin imkânlarıyla birlikte geniş bir tesir sahasına çıkaran isim olarak ise Mevlâna'yı görürüz. HAYATI Yunus Emre, 1240'ta doğdu. Sarıköylü'dür. İyi bir tahsil gördüğü şiirlerinden anlaşılmaktadır. Medrese tahsilinden sonra tasavvuf yoluna girdi. Tabduk Emre'ye mürit oldu. Anadolu'nun birçok illerini, Suriye'yi ve Azerbaycan'ı dolaştı. 1320 yılında 82 yaşında iken vefat etti. Mezarı Sarıköy'dedir. Abdülbaki GÖLPINARLI Menkıbeyi bir tarafa bırakarak Yunus'un hayatını ve vasiyetini sırf tarihi bakımından incelediğimizde, eserlerinde kendi hayatına dair pek az birtakım mühim ima ve ifşalar mevcuttur. Yunus Emre yahut şiirlerinde ekseriya kullandığı gibi Kul Yunus, Âşık Yunus bir derviştir. Bazı hal tercümesi kitapları ölüm tarihini gülşen-i tevhid tekibin ifade ettiği gibi Hicri 843'e 1439-40 kadar çıkıyorlarsa da, gerek bu iddia gerek Şakayık sahibinin onu Yıldırım Bayezid devrinin şeyhleri sırasında göstermesi hiç de doğru değildir. Bektaşi ananesi bu hususta çok kuvvetli bir delildir Eğer Yunus Emre, öyle iddia olunduğu gibi 843'te ölmüş yahut Yıldırım Bayezid'in ilk senelerine yetişmiş olsaydı, hemen bütün 14. Yüzyılın son yahut 15. Yüzyılın ilk senelerinde tespit edilen Bektaşi ananesine bu suretle girebilmesi için Yunus'un daha önceki zamana ait olması ve tarihi mahiyetinin o sırada az çok unutulmuş olması icap ederdi. İkinci, bu ilk devirlerdeki şeyh ve âlimler hakkında, mesela Hacı Bektaş Veli hakkında pek doğru ve sağlam bilgi veren Âşık paşazade, Yunus Emre'yi Âşık Paşa, Ahi Ören gibi mutasavvıfarla aynı zamansa yaşamış ayarak, bunların Orhan Devrinin ileri gelenlerinden I. Murad zamanını da idrak eylediklerini yazar. Âşık Paşa ile çağdaş sayılan Yunus'un 843'te ölmesi daha mantıklıdır. Üçüncü olarak Âşık Paşa'nın birçok şiiri Yunus Emre'ye nazire olarak kaydedilmek suretiyle Yunus'un zaman ondan önce olduğu gösteriliyor. Dördüncü ise Hicri 842 veya 841 tarihlerinde Türklerin eline esir düşerek yirmi sene kadar Edirne, Bergama Bursa'da yaşadıktan sonra tekrar memleketine dönen Mulbahlı bir ecnebi, Yunus'un iki ilahisini Gotik harfler ile yazmış ve Latinceye tercüme etmiştir. Eğer Yunus Emre hakikaten 14. Ve 15 yüzyıllara ait bir kişi olsaydı, eserlerinin daha o zamanlardan bu derece yayılması mümkün olmazdı. Yunus emre Sivrihisar civarında yahut Bolu mülhakatından Sakarya suyu civarındaki köylerinden birinde yetişmiş olan bir Türkmen köylüsüydü. Divan'ındaki eserlerinden anlaşıldığına göre, uzun müddet Hak yoluna erişmeye çalışmış, fakat bu emeline anca Tapduk Emre'ye mürit olduktan sonra muvaffak olabildi. Aşıkpaşazade'nin yanlış olarak Sultan Orhan ve şakayık sahibinin de Yıldırım Bayezid devrinin ileri gelenlerinden olmak üzere gösterdikleri bu adam, Bektaşi ananesinden de anlaşıldığına göre, Anadolu'da tanınmış şeyhlerden biriydi. YUNUS'UN ÜMMİLİĞİ "Ben gelmedim da'vî için benüm işim sevi için Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldüm." Yunus EMRE Bugün elde bulunan bütün vesikalara göre, Yunus Emre'yi ümmi bir derviş saymak icap ediyor. Mutasavvıfların nazarında ilim ikiye ayrılır Zahir ilmi veya şeriat ilmi, batın ilmi veya hakikat ilmi. Bunlardan ikincisine mutasavvıflar bilhassa irfan denir. İlmin birinci kısmının yan asıl ilmin vasıtası his ve akıl naklidir. Tasavvuf tarihi etki edecek olursa, ''ümmilik'' ile ün kazandıkları halde, yine irfan gösteren birçok büyük mutasavvıfa rastlanır ki, bu sayısız misal Yunus'un kendi nevinde bir müstesna olmadığını pekiyi ispata yeterlidir. Bir manzumesinde Yunus Emrem oldu fakir Ecel öfkesini dokur Gönül ktabından oku Eline kalem almadı Diye ümmiliğini öğünürcesine ifade ederken, bir diğer ilahisinde Erenlerin sohbeti artırır marifeti Cahilleti sohbetten her dem süresim gelür Tarzlarında 'kal-ehli'ne karşı beslediği ümmilik gururunu böylece göstermiş oldu. MEDFEN VE MAKAMI "Gelin bir nazar eylen, n'oldu bu cihan içinde Niceler toprak oldu, bu az zaman içinde" Yunus EMRE Öldüğü zaman ve yer hiç bilinmeyen Yunus Ere'nin mezarı hakkında da çok büyük bir anlaşmazlık vardır. İslam memleketlerinde yalnız Yunus gibi öldükleri yer belli olmayanlar değil, medfenleri pek belli olan büyük zatların bile çeşitle medfen veya makamları bulunur. Her yer halkı, çevrelerinde ruhaniyet ve kutsiyetinden yardım beklenilecek büyük mutasavvıfların bulunmasını istediklerinden dolayı, Doğu'da medfen ve makam ihtilaflarına pek çok rastlanmaktadır. Anadolu'da Yunus Emre'ye isnat edilen medfen ve makamlar başlıca şunlardır. Çelebi Sultan Mehmed ile Emir Sultan arasındaki Şibli mahallesinde Abdürrezzak dergâhında Yunus Emre, Âşık Yunus ve Abdürrezzak adına üç mezar ve bir de kitabe mevcuttur. vilayetinin Kula ve Salihli kazaları arasında Emre adlı yetmiş evli bir köyde kargir bir türbe vardır ki; türbenin içinde Tapduk Emre ile çocukları ve torunlarının, kapı eşiğinin önünde ise Âşık Yunus'un mezarı bulunur. Mezar taşlarının hiçbirinde yazı olmayıp, yalnız Yunus'un taşında ufak bir balta resmi kazılıdır. bir buçuk saat uzaklıkta bulunan Palandöken dağlarının eteğinde, doğudan Erzurum ovasına bakan Dutçu köyünde Tapduk Emre ile Yunus Emre'nin türbeleri vardır. Fakat Yunus'un o yerlere gidip yerleştiğine dair elimizde tarihi hiçbir kayıt bulunmadığı gibi, Tapduk Emre'nin de Sakarya havalisinde münzevi olarak yaşadığını bildiğimiz için bu makamı da Yunus'un hakiki medfeni saymak mümkün değildir. Şeyh İsmail Hakkı'nın rivayetine göre, Yunus Emre ile şeyhi Tapduk Emre'nin kabirleri bir kubbenin altındadır. olarak Lamii Çelebi'nin tercümesine göre, Yunus'un Porsuk suyu'nun Sakarya'ya karıştığı yerde gömülü olduğu kabul etmek kalıyor ki, bu da tamamı ile gerçek olmamak ile birlikte diğer rivayetlere göre daha akla yakındır. ŞÖHRETİ Yunus Emre öldükten sonra, kendiyle çağdaş yahut kendisinden zaman bakımından önce diğer birtakım halk mutasavvıfları gibi az zamanda unutulup gitmedi. Aksine ünü bütün Anadolu ve Rumeli sahalarına yayılarak bütün halk sınıfları arasında yüzyıllarca yaşadı bu bakımdan, şüphesiz Türk dehasının temsilcilerinden sayabileceğimiz bu büyük halk şairinin edebiyatta nasıl yeni bir tarz yarattığını, daha doğrusu eski bir tarzı kendi şahsiyetiyle mecz etti. Yunus'un şöhreti 15. Yüzyıldan başlayarak Âşık Paşa, Kaygusuz Baba gibi birtakım büyük ve kıymetli takipçiler bulan Yunus Emre'nin şöhreti bu ünlü mutasavvıflar arasında aynı kuvvetle sürdü. Yunus'un mutasavvıflar arasındaki bu büyük ünü, ekseriyetle onların doğrudan doğruya tesiri altında kalan halk kitlesi arasında da 15. Yüzyıldan beri hiç eksilmemiştir. Türklerin milli zevkini okşayan birtakım sanat unsurlarını içine alması bakımından çok asli bir mahiyeti sayabileceğimiz Yunus'un eserleri, ihtiva ettiği geniş ve serbest tasavvuf felsefesi dolayısıyla Bektaşiler üzerinde çok büyük bir tesir yaptığı gibi Kızılbaş Türkmenler arasında da eskiden beri ehemmiyetle telakki olundu. YUNUS'UN ESERLERİ Yunus Emre eser bırakan sûfi şairlerdendir. Onun bugün için bilinen iki eseri vardır. Bunlardan "Risalet-el Nushiyye", Mesnevi nazım şekliyle yazılmış, manzum, didaktik, nasihatname tarzında bir eserdir. Toplam 563 134 beyittir. Başlangıç kısmında aruz ölçüsünün fâilâtün/fâilâtün/fûilün diğer bölümlerinde, mefâilün/mefailün/fâilün kalıplarını kullandı. Eserin sonlarına doğru yer şu sözler yer alır "Söze tarih yedi yüz yidiydi Yunus canı bu yolda yidiydi" USTA ŞAİRİN DİVAN'INDA 400 CİVARINDA ŞİİR YER ALIYOR Yunus'un hayat seyri içerisinde şiirler söylemeye başlaması imtihan sürecinin başka bir sonucudur. Neden Hacı Bektaş Dergâhı'nda kabul edildi? Sorusuna gelirsek tarikatlar, derviş adaylarının kişilik ve yeteneklerine göre eğitim veren kurumlardır. Çünkü insanların ruhsal yapıları birbirine benzemez. Turan Oflazoğlu, bu konuyla ilgili olarak "Hacı Bektaş'ın "senin kilidini açacak anahtar artık başkasındadır, diyerek Tabduk Emre'ye göndermesi ise Hacı Bektaş'ın Yunus'a Tabduk'u daha uygun bulduğunu gösterir." Bunu Sezai Karakoç'un Hacı Bektaş'ın Yunus'un şairlik ve şahsiyet yanını görerek böyle bir iradede bulunduğu şeklindeki yorumuyla birlikte düşündüğümüzde durum açıklık kazanmaktadır. Sonuç olarak Yunus, artık Tabduk kapısındadır. Olgunlaşma noktasında bütün eğitimlerden bir bir geçti. Şairlik kabiliyeti ve estetik düzeyi de zaten şeyhince bilinmeyen bir durum değildi. Burada menkıbede geçen "kilidinin açılması" ifadesi de çok manidardır. Kilit açılacak ve Yunus, söylemeye başlayacaktır. Bu süreç de yine menkıbelerde yer aldı. "Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni/Ben yanarım dün ü günü/Bana seni gerek seni" gibi binlerce ölümsüz dizeye imza atan Yunus Emre'nin eserlerinde sanat kaygısı yerine din gayreti ve tasavvuf neşesinin hâkim olduğu görülür. "RİSALET-EL NUSHİYYE" ADLI ESERİNDE 563 BEYİT YER ALIYOR Ünlü şairin, Mesnevi nazım şekliyle manzum, didaktik, nasihatname tarzında yazdığı "Risalet-el Nushiyye" adlı eseri, 563 beyitten oluşuyor. Emre'nin başlangıç kısmında aruz ölçüsünün failatün/failatün/fuilün, diğer bölümlerinde mefailün/mefailün/failün kalıplarını kullandığı eser, bilge yönünü, tasavvuf kültürüne vukufiyetini ve onunla yakın temasını gösteriyor. Yazılış tarihinin 1307 olduğu sanılan eserde Divan'a göre Arapça, Farsça kelimeler bir hayli yer tuttu. Şiirleri çeşitli coğrafyalarda dilden dile dolaşan şairin, "Divan" adlı önemli eseri ise Yunus Emre'nin şairlik gücünü yansıtıyor. Hece ve aruz ölçüsünün kullanıldığı Divan'da, mesnevi, gazel, musammat şeklindeki divan nazım biçimlerine de rastlandı. Dili çözülüp şiirler söylemeye başladıktan sonra Yunus'u bekleyen sınav ise gurbettir. Menkıbelere ve şiirlerinden çıkan sonuca göre Yunus Emre de diğer sufîler gibi pek çok yeri gezdi. Çünkü seyahat, tasavvufta bu geleneğin vazgeçilmez ritüelleri arasındadır. Maksada ulaşmak için başvurulan yollardan birisidir. Bir dervişin gurbete gönderilmesinin bu gelenek içerisinde pek çok sebebi vardır. Bu durum tasavvuf kaynaklarında uzun uzun açıklanır. Menkıbelerin dışında, Yunus'un yaptığı bu tür gezilerin ipuçlarına şiirlerinde de çokça rastlanır. Tabduk Emre Dergâhı'nda dili çözülüp şiirler söylemeye başladıktan sonra Bizim Yunus / Mustafa Özçelik Gönül sana Bağdat yakın Âlemlere divanesin …. Vardığımız illere Şol safa gönüllere Halka Tabduk manâsın Saçtık elhamdülillah Bu tarz mısraları onun Anadolu'nun muhtelif şehirlerinde, Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan muhitlerinde tasavvuf amaçlı geziler yaptığını göstermektedir. BİR GÖNÜLE GİRMEK "Gönül, gerçeğe ulaşmakta yol göstericidir. Akıl duygu bilgisinin; gönül irfanın kaynağıdır." Muammer YILMAZ İnsan, insan olma manasını gönlünde taşır, maddi varlığıyla değil gönlüyle insan olur. Bu yüzden Yunus'un şiirlerinde gönüle çok önem verir. Çünkü gönül Hakk'ın tecellilerinin aynasıdır. Gönül mü yeğ Kabe mi yeğ Ayıt bana aklı eren Gönül yeğdürür zirâ kim Gönüldedir dost durağı Kâbe, sonuçta maddi bir yapıdır, bir semboldür. Dolayısıyla asıl Kâbe gönüldür. AŞK AHLÂKÇISI " Yunus, yüreğindeki aşk ve şevk ile yalnız Allah'ı değil, Allah'ın birer ismine mazhar olan bütün yaratılmışları da sevmiştir." Samiha AYVERDİ Bir "aşk ahlakçısı" olarak tanımlayabileceğimiz Yunus Emre'nin bütün şiirlerini bir tek mısrada özetlemek mümkündür. Bu mısra, "sevelim, sevilelim" mısrasıdır. Bunun dayanağı, çıkış noktası ise Maide Suresi'nin "Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever" şeklindeki 54. ayetidir. Buradan hareketle şunu söylemek gerekir. Sevmek ve sevilmek, Allah'ın vasfıdır. Sevginin sebebi ise güzelliktir. Gerçek güzellik ise Allah'a aittir. "Allah, güzeldir ve güzeli sever "şeklindeki hadisi şerifi tasavvufî açıdan yorumlayan mutasavvıflara göre Allah, kendi güzelliğini teması için kâinatı yaratmıştır. Buna göre âlemin yaratılma sebebi sevgidir. Yani "Ol" emrinde aşk vardır. SÖZÜ PİŞİRMEK " Yunus Emre, kelimelerden bir Süleymaniye kurmuş büyük bir dil mimarıdır." Samiha AYVERDİ Her büyük şair, şiiri bir söz ustalığı olarak görmekten öte ona bir anlam yükler. Çünkü sözün tek başına güzel olmasının bir değeri yoktur. Söz, taşıdığın anlamıyla önemlidir. Bu anlayış da yine dini bir temele dayanır. Yunus da böyle bir düşüncede olan bir şairdir. Onda da "öz, biçimden önce gelmektedir. Güzel olanın güzel söylenmesi hâlinde güzel sonuçlar doğuracağının farkındadır. Keleci bilen kişinün yüzünü ağ ide bir söz Sözü pişürüp diyenün işüni sağ ide bir söz COŞKUNUN ŞAİRİ Yunus'un duygu ve düşünce dünyasının merkezinde "aşk" kavramı durur. Bu aşk, hem "Yaradan"'a hem de "Yaradılan"'a doğru akıp giden coşkun bir ırmak gibidir. Durum böyle olunca onun şiiri için söylenebilecek ilk söz, bunların coşkulu söyleyişlerle kurulmuş lirik şiirler oluşudur. "Işka diyemedi özüm gensüzin açıldı râzum Yûnus senün iş bu sözün 'âlemlere destân ola" Böylece Yunus, bu lirizm gücüyle "sır"larını "âlem"e açmış, bunlar âlemlere "destan" olmuştur. Yani bu şiirleri Halk benimsemiş, sevmiş, kendi ruhunun bir yansıması olarak görmüş. Asırlar boyunca dilinden düşürmedi. YUNUS'UN TAKİPÇİLERİ " Yunus Emre'nin mutasavvıfane şiirleri, Anadolu sahasında pek çabuk yayılarak az zamanda pek mühim muakıplari yetişti." M. Fuat KÖPRÜLÜ Yunus, tıpkı Hz. Mevlâna gibi davrandı. Tasavvufu bilgi hâlinden vecd, aşk, coşku hâline çevirdi. Tasavvuf bu şekilde yorumlanınca din de aynı şekilde anlaşılır olmaya bir aşk ve ihlâs hâliyle algılanmaya başladı. Yunus'un sözlüğünde iman, aşk; mümin, aşk eri kavramlarıyla tanımlandı. Yaratıcı, yaratılanlardan ayrı bir yerde ele alınmadı. Söz'ün doğuş coğrafyası böylesine, ilahi, insani olunca, asıl kaynağı olan gönülden beslenen şiir kuşu, kanatlandı. Gönülden gönüle, ruhtan ruha ulaşan bir kutlu sırra dönüştü hakikatin bilgisi. Çünkü içtenlik vardı ve gönüller böyle bir söze ilgisiz kalamazdı…Bizim Yunus - Mustafa Özçelik
mevlana yunus emre hacı bektaş veli sözleri