🏒 Ölen Kişinin Gözleri Neden Açık Kalır

gözü açık gitmek. gerçekleşmesini çok istediği bir dileğinin yerine gelmesini görmeden ölmek anlamında kullanılan deyim. çok ani ölen kişilerin gözü açık kalabilir diye düşünmüşümdür aslında ama lavoiser'in giyotinle kafası kesildikten sonra; iki kere göz kırpması hatta ve hatta gülümsemesi bu tezi çürütüyor. ÖLENKİŞİNİN ÇENESİNE NEDEN BEZ BAĞLANDIĞINI ÖĞRENİNCE BİR DAHA YAPMAYACAKSINIZ Hasta vefat ettikten sonra ağız kapatılır. Bir bez yardımıyla bağlanır. Neden bağlandığı ise akıllara durgunluk getirecek. Öğrendikten sonra bir daha bağlamak istemeyeceksiniz. İşte detayları Bir tarafta hiç mirasçı bulunmadığı takdirde, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır.” denilmektedir. Şayet ölen kişinin eşi hayatta ise bu durumda, miras ölenin ana-babası ve eşi arasında paylaşılacaktır. Originally posted 2015-02-14 20:51:11. Cenazedefnedilmeden önce evde yapılması veya yapılmaması gereken şeyler. 7 Ağustos 2012. Muhtezar yani ölmek üzere olan bir kimse ölünce gözleri yumdurulur, çenesi bir bez ile iyice çekilip ağzı kapatılara Devamı ». Cenaze; ölü, tabut veya teneşir anlamına gelir. Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölen kişiye meyyit (çoğulu mevtâ), ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, ölünün yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabuta konulup musallâya yani namazın kılınacağı yere ve Ölününgözleri açıksa daha dünyasına doymamış denir. Ölünün gözleri açıksa, arkasında kısa süre sonra bir başkasının öleceğine inanılır. P Parmak kütletilmesi şeytanlara tesbih çekmek olarak düşünülür. Pazarda, pazarcıdan ilk alışveriş yapan kişinin aldığı malın parasını tezgaha atması uğur sayılır. GoogleHesabınızda oturum açtığınızda siz oturumu kapatıncaya kadar oturumunuz açık kalır. Herkesin kullanımına açık bir bilgisayar veya başka bir kişinin cihazını kullanıyorsanız: Gizli olarak göz atın. İşiniz bittiğinde, tüm gizli tarama pencerelerini kapatın. Oturumunuz otomatik olarak kapatılır. ApJuXo. bir insana aşık olduğumuzda, yaşadığımız dünyayı her şeye rağmen sevebildiğimizi görürüz. kaktüsünden begonyasına, kunduzundan tapirine, ördeğinden leyleğine, tinercisinden pezevengine hatta gel gör ki nadiren de olsa canan arıtman'ına kadar nefes alan; canlılığı bir ironiyi, varlığı ve hayatı çağrıştıran her şey bir mutlu olma sebebidir o zaman. zira her biri gözümüze artık ilginç, eğlenceli, güzel, sevimli, renkli gelen tüm varlıklar aşk halinde hissettiğimiz -duvara karşı’ olsa bile- bir duyguyu köküne kadar yaşama isteğinin bir uzantısı olarak; bizleri, çağrıştırdıkları hissiyatları sonuna kadar yaşamaya davet ederler. birini seviyorsak eğer en fena kâbuslar, berbat iş saatleri, yan daireden olur olmaz saatlerde gelen sevişme sesleri veya karşılıklı bağırışmalar, cep telefonumuzun megapikseli, fosseptik çukuruna dönüşmüş hayatımız, korsan filmlerin kayıt kalitesi, şehrin tüm o çirkin yanları, bir şeylerin markası, radyonun cızırtısı ya da otobüslerin kalabalıklığı umurumuzda değildir artık. nefes alan şehir, nefes alan kalabalıklar, bir melodik bir ses veren her şey; uçan, yüzen ve bir telaş halinde bir yerden başka bir yere ulaşmak isteyen her canlı bir mutluluk sebebidir. öyledir çünkü artık biz sabahları kalktığımızda, kahvaltı yaparken, gazete okurken, akşama “o”na tekrar sarılma umuduyla işe giderken yüzümüzde saçma sapan bir şapşallıkla nefes aldığımızı hissederiz. hatta bir süre sonra yerini başka şeylere bırakacak bu hislere, özellikle de nefes aldığımızı hissettiğimize şaşırız bile ilk başlarda. varoluş sarmalında içinde bulunduğumuz an bağımlısı olacağını hissettiğimiz; cezmi ersöz stiliyle radyoda şiir okuyan adam sesi’ vasıtasıyla da anlamını yitirmiş bu salya sümük romantizm bizim var ve yok arasında, iki dünya aralığında, bir anı milyonlara bölerek yaşayabildiğimizi idrak ettiğimiz ender ve tabii ki ömür boyu “aynısından bi daha keşke” diye yalvaracağımız bir halet-i ruhiyedir. nefes almak o anlarda her nefeste yeniden varolmak, her nefeste yeniden hissetmekle birlikte can veren bir elektro anlamda nefes aldığını hissetmek zamanı durdurmaktır. çünkü artık her anın farkında olmak ve bu anın içerdiği duyguları sonuna kadar hissetmek isteyen canlılığımız, her nefeste yeniden canlanarak daha diri, daha zinde, daha bilinçle seyretmeye başlar alemi. o zaman biliriz ki, nefes alabilmek ve biliriz ki bizim nefes almamızı sağlayan şey, bu dünyada başımıza gelen en güzel boyunca nefesin ne yüce bir olgu olduğunu anlatmaya çalışmıştır insanoğlu. kutsal kitaplarda nefesin ilahiliğinden bahsedilir, usta bize nefesinden üflemiştir, tasavvufta nefes farkındalığı en önemli şeydir, reiki’de ya da toptan tüm meditasyon araçlarında nefes kontrolü birinci öğedir, bektaşiler için nefes şiirdir. batı dünyasının ilk filozoflarından miletoslu doğa bilimcisi ve fizikçi anaksimenes ruh kavramından ilk bahseden filozof olmasının yanında ruhun insanın nefesi olduğunu söylerken, töz olarak tanımladığı nefesi "ilk öğe" dediği hava ile eşleştirmiştir. bizi yaşatan, bizi değiştiren, bizi öldüren şeydir have ve dolayısıyla nefes. ilk nefes ile yeni dünyayı içimize alıp bir ömre gelirken, son nefes ile bir meçhule gideriz. ve fakat hayatımızda neredeyse hiç farkında olmadığımız bir şeydir nefes. bir alışanlıktan öte, yaşamaya devam edebilmemizin tek şartıdır aslında lâkin umurumuzda da değildir; ta ki bizi ne kadar değiştirebileceğini hissedeceğimiz zamana kadar. “mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı buğulandırır.” `-` mevlanasadece bizi değiştirmekle kalmaz nefes, aldığımız bir nefes etrafımızdaki her şeyi, verdiğimiz bir nefes etraftakilerin tümünü değiştirebilir. bütün taşları yerinden oynatmasa bile, aynayı buğulandırır ki, ayna bilinçtir, ötekilerdir ve insanın, bir yandan çok severken bir yandan da görmeye katlanamadığı şeytani kendisinin aynı zaman dilimine düşen para karşılığı nefes almayı öğrettiğini iddia eden modern inanç tüccarlarına koşmak, hemen gidip “maltepe nefes okulu’na kaydolmak” gerekliliği çıkarılmasın. hadi hep beraber gidip inisiye olalım’ da demeyeceğim elbette. bunca laf kalabalığıyla günde kez yaptığımız eylemin ne kadar farkında olduğumuzu sorgulamak derdim sadece. ve tabii ki bir de, bizi bu farkındalığa sürükleyen ya da gözlerimizi, zihnimizi, hislerimizi lavabo aç ile açılmış gibi birden genişleten şeyin ne olduğu konusu mühim. tonlarca hayatın ortasında, kimden ve neden ve ne kadar etkilendiğini bilmediğimiz bir hayat yaşıyoruz ve aynı bilinçle sadece bir tane ömrümüz var. bu ömrü pişman olmadan, vicdanımız tarafından boğulmadan, serkeş misali çile çekmeden, kendimizi kandırtmadan, saçma sapan mevzulara adamadan, kölelik tasmasına ses çıkarmadığımızdan dolayı sınırların ötesine geçemeden, herhangi bir hisse-bir duyguya aç bir halde kaybetmeden; lafın kısası sıradan şeyler yaşayıp sıradan bir şekilde ölmeden önce yapabileceğimiz tek bir şey var halen nefes alıyor olduğumuza şartlarda aşıkken, seviyor ve nefes alıyorken bu dünya insana pek leziz gelir. fakat tabii ki “aşk acısı” da var. kavuşamayan âşıklarla ilgili bir dolu hikaye, roman biliriz ve her biri aşık veysel’in “seversin, kavuşamazsın aşk olur” sözünde sadeleşir aşağı yukarı. şahsen, kavuşamamanın acısını ve aşkını gayet iyi bilirim. ve şimdi, hayatımın şurasında, belki içindeyken fark edemedim ama dünyanın tüm ağırlığıyla omuzlarıma yüklendiği, kendimi iki arada bir derece boğduğum, kutsi ne varsa isyan etmeme sebep olan; böğrüme saplanmış bir bıçak, hayallerimi boğan acımasız bir katil, aklımı çalıp götüren bir soysuz olan aşıkken ayrılık acısı, hissedebildiğime mutlu olduğum en nefis duygulardan biri. zira ayrılığın acısını bilmesek, sevdiğimize kavuştuğumuz her ana bunca sevinemezdik. aşk acısı lâzımdır, zira acıyı yenmek için çabalamaya aracıdır. bu dünyada varolan hislerden bir tanesini daha topyekün yeniden hissettiğinde ve acıyı yenip yeniden doğduğunda yine ve artık eskisinden de lezizdir dünya. tabii doyarsan!çocukken izlediğimiz filmlerde, ölen birisinin gözlerinin açık olması önemli bir olaydı. eğer tüm aile, tam konsantrasyon halinde izliyorsak filmi ve filmde birisi gözleri açık ölmüşse, babam ya da annem kendilerini tutamaz “vay be! gözü açık gitti...” derlerdi. ilk defa, gözleri açık ölen bir insanı gördüğümde sanırım 5-6 yaşlarındaydım. erol evgin’in oynadığı bir filmdi meryem ve oğulları. haydutvari olaylara girse de iyi adam erol evgin. ilerleyen sahnelerde erol abi kurşun yağmuru altında öldürüldü ve bizim salonun arka sıralarından “vah vah... gözü açık gitti!” diye bir ses geldi. erol evgin’i pek seviyordum, o filmi ise sanki gerçek gibi izlemiştim. şimdi bile çok net hatırlıyorum filmi gerçek sandığımı. hayallerle dolu bu adam öldürülüp, “gözü açık gitti!” acımasını da duyunca, sanki erol evgin gerçekten ölmüş gibi saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. bizimkiler, “oğlum o film” deseler de, ben “bir film uğruna niye öldürdüler ya?” diye karşı çıkıyor, film nedir anlamıyordum. neşe dolu, hayalleri olan bir insan öldürülmüş ve dünyaya yaşlarındaydım, ailemizden birisi kanserden dolayı gözlerimin önünde gözleri açık öldü. dedemse, “dünyaya doyamadı, allah taksiratını affetsin” diyerek başında dua etti. bir süre sonra dedemin yanına gidip, “dede, niye böyle söyledin?” diye sordum. dedemse, “günahı çok olanlar gözleri açık ölür. o da allah günahlarını affetsin demek” diye cevap vermişti. zaten dedem için herkesin günahı çoktu. yine de film olsun, opera olsun, isterse serdar ortaç klibi olsun, gözleri açık ölen birisini gördüğümde, “dünyaya doyamamış, yazık” diye düşünürüm. yıllarca gözleri açık ölen herkes artık “günahkâr”dı benim için. bir gün, izlediğim bir başka filmde, gözleri açık ölen birisinin gözlerine para koyduklarını gördüm. izlediğim, türk filmlerinden alışık olduğum, allah’ın affına sığınarak ölünün gözlerini kapatma hadisesiyle alakası bile yoktu bu hareketin. sonradan öğrendim ki bir antik yunan geleneğiymiş bu. ölüleri styx ırmağından karşıya geçirip hades’in diyarına götürmesi için kayıkçı charon’un bahşişi oluyormuş bu para. eğer bu metelikler yoksa, charon’u kızdıran ruhlar karşı kıyaya geçemez, yüzlerce yıl oradan oraya savrulup başka romantik inanışa göre de insan öldükten sonra gözleri açılır ve ruhunun bedenden ayrılışını bunun ölüm gerçekleştiğinde vücut kas kontrolünü kaybettiği için göz kapaklarının doğal olarak yukarı kalkmasından olduğunu öğrendim. neredeyse herkes gözleri açık ölüyor. hatta çok yakınlarda gördüm ki, öyle filmlerdeki gibi elinle sihirli bir hareket yaptığında kapanmıyor o gözler. ne kadar kapatmaya çalışsan da kapanmıyor ve o fersiz bakış insanın içine işliyor. herhalde para koyma hadisesi de göz kapağını kapalı tutmak için bir ağırlık vazifesi görüyor sadece. bu benim için bir trajediydi. yaşamayı ve nefes almayı hiç yetmeyecek kadar sevdiğimden gözlerim açık öleceğim gibi kutsi bir sonun hayaliyle yaşıyordum. ardımdan böyle diyeceklerdi “dünyaya doyamadı!” şimdi biliyorum ki, kimsenin skinde olmayacak bu, sıradan bir kas kontrolü mevzuu işte. biliyorum, her ölünün gözleri açık, her kişi keşke bir nefes daha’ diye ciğeri yanarak gidiyor."korkunç, kâbus gibi bir rüyada ruhsal gerilimin en yüksek noktasına ulaştığımızda, dehşet bizi uyandırır, gecenin bütün canavarları dağılır. aynı şey, hayat düşünde de olur, dehşetin en azami haddi bizi ondan ayrılmaya zorlar." `-` schopenhauerkendi irademizle ölüme doğru ilerlerken ya da irademiz ölüme doğru seyrettiğinin farkındayken lee van cleef ruhu masanın altından çıkıp kulağıma fısıldasa inanmayacağım başka bir şey oluyor. öyle yüce, her şeyin üstünde, canlandıran, coşturan, insanı zamanın içinden pervasızca ve aldığı şekli önemsemeden akıp giden bir rüzgara, suya, ne bileyim işte böyle şeylere dönüştüren aşk duygusu, ölüm hissiyatının yanında bir bebeğin ilk adımı gibi beceriksizce, toy, müptedi bir şey. bu içinde hiçbir şeyi barındırmayan kocaman bir boşluk. aşk halinde umrumuzda olmayan o mesai saatleri, kâbuslar, korsan filmlerin kayıt kalitesi ve sevgilinin yüzü artık umrumuzda bile olamayacak kadar yoklar. bu boşlukta hiçbirine yer yok. an yok artık, takvim yok, zaman yok, yeni hiç bir şey yok. bir metafor değil bu, gerçekten yoklar, algılanamıyor. sadece hiçliğe teslim oluşun tuhaf kabullenmişliği; burnun üst tarafında, kemiklerde bir sızı gelip geçici; boğazda sabit bir tıkanıklık… ilk başlarda veda edemediğin insanlara bir şekilde ulaşma düşüncesi, sonrasında vedanın da bir önemi yok. bu arada artık yapay bir lamba ışığına tahammül etmek zorunda kalmayacak olmanın sevindirici olduğunu söyleyebilirim. artık ışığı kapatmak diye bir mefhum olmayacak. sırf çaresizce ve teslim olarak sevdiğin için aldatılamayacaksın mesela, sanmak gibi bir olasılık kalmayacak, birilerinin ikiyüzlülüğü artık önemsiz, o ruhsuz bayramlar, ezan sesleri, kilise çanları, çürük kabak çekirdeği, birbirini sevdiğini söyleyen iki kişinin birbirine oynadığı zalimce oyunlar, sigara parası denkleştirme derdi ve sahte yoğurtlar yoklar. yürümek geliyor içimden, her taraf koca koca, yemyeşil ağaçlarla çevrili olsun, sonbahar mı olsun, yapraklar yerlerde, yakışır böyle bir manzara gözlerime ölmeden önce. yok, gelip geçici bir umut ihtiyacı nefes. ne yaparsan yap, kendini ne kadar eğitirsen eğit bir nefesi bu kadar iyice hissedemezsin. gerçekten büyülü bir şey nefes almak, hele bunun tekrar gerçekleşmeyeceğini bilirken. her nefes alışta kendi kişisel tarihinden yerli yersiz içine çektiğin milyonlarca an ve her nefes verişte sanki hepsini bu dünyada birilerinin hatıralarına bırakıyormuşsun, artık taşımaktan yorulduğun tüm o güzel, mutlu, yalnız, çaresiz, zorlu, zorunlu, şüpheli, endişeli, neşeli ve seni bir şekilde anımsatacak anlardan kurtuluyormuşsun gibi. ne kadar çok şey var içinden geçtiğimiz. ne kadar şey olmuş içimizden geçen. ne kadar çok şeyi atmışız içimize. aynaya bakma hissiyatı son kez. karşındakini gerçekten tanımıyorsun, bildiğin sana çok uzak. korktuğum gibi değil, vicdanım rahat. o kadar uslu ve sakin ki şaşırıyorum. sanırım sunî bir şey bu, beynim mecburen rahat olmamı öğütlüyor. normal değil. bu da aslında hiçliğe tamamen teslim olma zamanının geldiğinin bir işareti olmalı. evet, kime hoşça kal desem? son kez nefes aldığımı kim duysa? ne fark eder? hemen yarın, ağızlarını şapırdatarak nodıllarını yerken bir gorilin osuruşuna gülüp, sıradaki şeye tıklamaya devam lafın gelişi belanı versin sevgilim. sıçtın hoşça lan kanıyor. oh. ah. ne güzel bir abi, köprü daha iyi. dur! kensıl! dokuyüzonbir miydi, kaçtı lan hızır acil, yüzaltmışıaltı? sikiym ilk defa ambulans çağıracağım, etrafı velveleye vermeseler bari. yüzellidört. yok, polis. polis olmaz. polisi bu işe karıştırma. yüzoniki hah. ah. manamanamanam. hastaneye kadar gözlerim açık gidebilirsem iyi. -hayat, duygulananlar için bir trajedi, düşünenler için bir komedidir. -bruyere Zina'ya yaklaşmayın. Zira o, tam bir iğrençliktir, pek kötü bir yöneliştir."İsra 32 Zinanın Tanımı Zinâ; evlilik bağı olmaksızın ergin bir erkeğin ergin bir kadınla veya ergin bir kadının ergin bir erkekle isteyerek yaptığı cinsel ilişkidir. Bu tariften anlaşılacağı üzere, bekâr veya evli olarak bekârla yapılacak cinsel ilişki zina olduğu gibi, evli ile yapılacak cinsel ilişki de zinadır. Hatta fâhişe/hayat kadını! ile yapılan cinsel ilişki de zinadır. Zina Allah'a ortak koşmanın ve insan öldürmenin ardından gelen üçüncü büyük günahtır. ZİNAYA GENEL BAKIŞ Zinâ; genelde vücûdun erotik organlarını teşhir, şehvetle bakışma ve gizli buluşma gibi haramlarla başlayan ve çok defa yalan, aldatma ve içki gibi haramlarla bağlantılı olarak sonuçlanan îmanı eritici bir haramdır. Zinâ; toplumun ana kurumu olan aile müessesesinin kutsiyetini zedeleyen, kurulmasını engelleyen, mutluluğunu gideren ve sonuç olarak da neslin bekasını tehdit eden bir haramdır. Zinâ; cemiyette kadın ticaretini başlatan, geliştiren ve topluma giderek artan oranda fâhişeler salan bir haramdır. Zinâ; yaygınlaşması, sanatı, edebiyatı, ilmi, siyaseti, yönetimi ve askerî stratejiyi olumsuz yönde etkileyen bir haramdır. Zinâ; sebep olduğu ana-baba ve akraba şefkatinden yoksun, hırçın ve nesebi gayr-ı sahih çocuklarla toplumun problemlerini artıran bir haramdır. Zinâ; bizzat zinacılar arasında kin ve nefret doğuran, onların bağlı bulunduğu aileleri için de bir namus lekesi olarak ihtilâflara, kavgalara ve hatta cinayetlere sebep olan bir haramdır. Zinâ; bir çok bedenî ve rûhî hastalığın da kaynağı olan bir haramdır. Zinâ; düzensiz harcamalara, iş gücü israfına ve isabetsiz teşebbüslere ve çok yönlü nefsanîliğe yönelterek fakirlik doğuran bir haramdır. Özetlersek deriz ki zinâ; ferdî, ailevî ve içtimaî/sosyal hayatı çökertici ve tövbesizler için âhiret azabına uğratıcı bir haramdır. KUR'ÂN' DA ZİNA YASAĞI Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de zinayı açık olarak yasaklamakta, verilecek cezayı bildirmekte ve zinanın sebep olacağı Âhiret Azâbı'nı da duyurmaktadır. İsra Sûresi Âyet 32 "Yapmak bir tarafa Zina'ya yaklaşmayın. Zira o, tam bir iğrençliktir, pek kötü bir yöneliştir." "Furkân Sûresi Âyet 68-69 "Gerçek müminler Allah'ın yanı sıra ilâh edinip O'na yalvarmazlar. Öldürdükleri için yargı kararıyla ölümü hak edenler dışında, Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar. Zina da yapmazlar. Bunları yapan kişi işlediği günâhın cezasını görür. Kıyamet Günü bütün günahlarının cezası birbirine eklenir; azâbı kat kat olur. O azabın içinde aşağılık bir halde ebedî olarak kalır."Peygamberimizin Dilinde Zina Yasağı Yüce Allah zinayı yasakladığı gibi, O'nun Resûlü Peygamberimiz de yasaklamış, ayrıca zina ile ilgili gerekli bilgileri de vermiştir. -Allah şanını ve bağlılarını artırsın- O, zinayı konu alan, sorumluluğu ve azabını duyuran değişik hadislerinde şöyle buyurur "... Aman zina yapmayınız. Zinadan da, diğer cinsel haramlardan da korununuz. Şu gerçeği çok iyi belleyiniz Cinsel haramlardan korunan kişi Cennet'liktir." "Eğer zinanın uğratacağı azapla ilgili olarak benim bildiğimi sizler de bilseydiniz pek az güler, çok çok ağlardınız." Allah'ın Resûlü zinanın haramlığı ve azabını açıklamakla kalmamış, Peygamberlik gözüyle onun zararlarını görmüş ve bize de duyurmuştur. O, zinanın ferdî ve sosyal zararlarını şöylece dile getirmiştir "Zina arttığı zaman fakirlik ve çaresizlik de çoğalır." "Aman zina yapmayınız. Zina yaparsanız sizin nikâhlı kadınlarınızdan, kadınlarınızın da sizden alacağı cinsel haz körelir. Aman namuslu olunuz ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar." Yukarıda sunduğumuz hadisler gibi aşağıda sunacağımız hadisler de zinanın kişisel ve sosyal zararlarını açıklamaktadır "Zinanın yaygınlaşarak açığa vurulduğu toplumda aklî hastalıklar ve ölüm oranı artar." "Bir cemiyette zina ve faiz açığa çıkıp yaygınlaşırsa o cemiyet halkının bizzat kendileri Allah'ın azâbını üzerlerine çekmiş olurlar." "Zinanın ortaya çıkarak açıktan rağbet gördüğü bir toplumda, rağbet edici fertler, mutlaka ve mutlaka önceki nesiller arasında bilinmeyen hastalıklara ve kafa rahatsızlıklarına yakalanırlar." Dünya ve âhiret hayatını olumsuz yönde etkileyecek pek büyük bir suç ve günah olduğu içindir ki İslâm zinayı yasaklamakla kalmamış, zinayı engelleyecek bütün tedbirleri de almıştır. ZİNAYI ENGELLEYİCİ KURALLAR İslâm Dini; zinayı engellemek için a-Şehvetle bakışmayı, çıplaklığı, gizli kadın erkek birlikteliğini, kadın için yalnız başına uzunca yolculuğa çıkmayı, alkollü içkileri ve şehveti tahrik edici mûsikiyi, zina yöneltici ve onu sakıncasız gösterici görsel ve yazılı yayınları yasaklamıştır. b-Kadının babası veya kocası ya da kardeşleri tarafından bakılmasını mecburîleştirmiş, böylece zinaya açılan fakirlik yolunu tıkamıştır. c-Toplum yönetimini ve velileri evlendirme ile görevlendirmiş, boşanmayı kolaylaştırmış, özel şartları içinde sınırlı çok evliliği onaylamıştır. d-İslâm Dini, zinayı örgütleyip organize etmeyi veya ona aracılık yapmayı yasaklamıştır. Zina kazancını da haram kılmıştır. Kadın erkek ayırımı yapmaksızın zinacıları aşağılamış ve cezalandırmıştır. SORULARINIZ VE CEVAPLARI SORU ZİNANIN DÜNYEVÎ CEZASI NEDİR? Cevap İslâm toplumunda dört şahidin tanık olabileceği şekilde açıktan zina yapanlara yargı kararıyla verilecek Kur'ânî ceza, Nûr sûresinin ikinci âyetinde şöylece açıklanmaktadır " Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz sopa vurun. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız,zinacılara acıma duygunuz sizi Allah'ın bu emrini uygulamaktan alıkoymasın. Ayrıca onların cezalandırılmasına bir grup mümin de tanık olsun." SORU ZİNADAN KORUNAN NAMUSLULAR ZİNACILARLA EVLENEBİLİR Mİ? CevapTövbe etmedikçe ve durumlarını düzeltmedikçe zinacı erkekler namuslu kadınlarla, zinacı kadınlar da namuslu erkeklerle evlenemezler. Örneğin medya aracılığıyla nikâhsız ilişkilerini açıklayanlar,yine medya aracılığıyla tövbelerini dile getirmedikçe namuslu kişilerle evlilik yapamazlar Nûr sûresinin 3. âyeti bu durumu açıklamaktadır "Zinacı erkek ancak kendisi gibi zinacı veya Allah'a ortak koşar bir kadınla evlilik yapabilir…" SORU EN AĞIR ZİNA TÜRLERİ HANGİLERİDİR? Cevap Zina, evlilik dışı cinsel ilişki olmak itibariyle aynı ise de kendi içinde manevî ağırlık şiddetine göre sıralanmaktadır. En ağır türünden başlayarak, hadisler ışığında zinayı şöylece sıralayabiliriz 1-MAHREMLERLE YAPILAN ZİNA Kendileriyle ebediyen evlenilemeyecek olan kızkardeş, kayın valide, hala, süt teyze gibi mahremlerle yapılan zina, sorumluluğu ve azabı en ağır olan zinadır. Allah'ın Resûlü şöyle buyurur "Helâl/yapılabilir görerek mahremleri ile zina eden kişi Cennet'e giremez." 2-KOMŞU İLE YAPILAN ZİNA Mahremlerle yapılan zinaya nazaran ikinci derecede değerlendirebileceğimiz zina türü de komşularla yapılan zinadır. Allah'ın Resûlü şöyle buyurur - İyice bilmenizi isterim. Kişinin komşusunun veya ortağının hanımı ile zina etmesi, onun için on kadınla zina etmesinden daha büyük bir günahtır; Daha büyük bir azâp sebebidir. 3-DÎNİ VE ÜLKESİ İÇİN SAVAŞAN MÜCÂHİTLERİN KADINLARIYLA ZİNA Bu da pek şiddetli ve ağır mesuliyetli bir zinadır. İkinci derecede zina olarak da değerlendirilebilecek olan bu tür zina ile ilgili olarak Allah'ın Resûlü pek çok uyarıda bulunmuştur. Sakındırıcı vasıftaki hadislerinde O, şöyle buyuruyor ["Aman savaşan müminlerin eşlerinden uzak durun." "Zira Savaşan müminlerin eşleri, savaşa çıkmayıp geride kalmış bulunan mümin erkeklere anneleri gibi haramdır. Ey müminler! Ne zann ediyorsunuzz? Siz bir savaşçının ırzını çiğnemeyi sıradan bir cinsel ilişki mi sanıyorsunuz?" 4-BİR ARADA TOPLUCA YAPILAN ZİNASorumluluğu ve azabı pek ağır olan bir zina türü de bir arada topluca yapılan zinadır. Kişinin başkalarının yanında ve gözleri önünde eşi ile ilişkide bulunmasının çok yönlü bir haram olduğu düşünülürse, bir arada topluca zinanın ne derece ağır, büyük bir haram olduğu kavranılabilir. 5-EVLİLERİN-YAŞLILARIN ZİNASI Allah'ın Resûlü doğuracağı sorumluluğun farklı olacağı bir zina nevinin de evlilerin ve de yaşlıların zinasının olacağını şu hâdisleriyle bildirmiştir. "Üç sınıf insan vardır ki Allah Kıyâmet Günü'nde onları zatına muhâtap tutup konuşmaz. Onlara rahmet nazarıyla bakmaz. Onları günahlarından için elem verici bir azabpda kibirli fakirler, sık sık yalan söyleyen idareciler ve evli-yaşlı zinâcılardır." 6-BEKÂRLARIN ZİNASI Bekârların bekârla olan ilişkisi, zina ve haram ise de diğer zina türlerine kıyasla sorumluluğu en az olan zina türüdür. Sonuç En büyük günahlardan biri olan zina maddî ve mânevî pek zararı içerir. Zina yapmak günahkâr kılar. Zina yasağını tanımamak ise kâfir eder. Kâfirler ise ebedî Cehennemliktir. Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem “Ölen adam kendisini yıkayanı, taşıyanı, tekfin edeni ve kabirde uzatanı tanır.” bin Berra Ravda» kitabında zayıf bir senedle İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre;Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem “Her ölen gasilini yıkıyanını tanır. Eğer cennetle müjdelense, taşıyanlara yalvarır, beni acele götürün, der. Eğer cehennemle müjdelense acele etmemelerini rica eder.”İbn-i Ebi Dünya, Mücahid'den şunu rivayet etmiştir “Kişi ölünce bir melek, ruhunu alır, onu kabre koyuncaya kadar O her şeyini; yıkayanını, taşıyanını görür.”Ebü Nuaym, Amr bin Dinar'dan rivayet ettiğin göre şöyle demiştir “Her ölünün ruhu meleğin elinde kalır. Yıkanan cesedine nasıl yıkanıyor, nasıl kefenleniyor, kabre doğru nasıl götürülüyor, diye hepsini müşahede ediyor.”İbn-i Ebi Dünya, Amr bin Dinar’dan rivayet ettiğine göre “Her ölen kendisinden sonra ailesinde olacağı her şeyi bilir. Onlar onu yıkarken, kefenlerken o hep onlara bakıyor.” ve Buhari, Enes Radıyallahû anh'dan şöyle rivayet etmişler Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Bedir ölülerinin yanı başlarında durdu. Onlara seslenerek “Ey filanın oğlu filan. Rabbinizin size vaad ettiğini hak olarak buldunuz mu? Çünkü ben Rabbimin bana vaad ettiğini hak olarak buldum.” Ömer Radıyallahû anh “Yâ Resûlullah, nasıl ruhsuz cesedlerle konuşuyorsunuz, deyince Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem “Siz onlardan daha fazla işitici değilsiniz. Yalnız onlar bana cevap veremezler.” Şeyh mürsel olarak Abid bin Merzûk Radıyallahû anh 'dân rivayet ettiğine göre şöyle demiştir Medine'de, Camiye bakan bir kadın vardı; öldü. Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem 'in haberi olmadı. Kabri yanından geçerken “Bu kabir nedir kimindir?" diye Ümmü Mihcen'in kabridir» Sallallâhû Aleyhi ve Sellem “Camiye bakan kadın mı?" dedi.— Evet, Sallallâhû Aleyhi ve Sellem hemen milleti saflaştırdı, cenaze namazını kıldı. Sonra ölen kadına seslenerek “Hangi ameli daha hayırlı buldun?”deyince, sahabeler “O işitir mi yâ Resûlullah?» dediler. Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem "Siz ondan daha fazla işitir değilsiniz." buyurdu. Buharı ve Müslim, Ebu Said el-Hudri Radıyallahû anh'dan rivayet ettiklerine göre, Resûlullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu “Cenaze tabuta bırakılıp, kabre doğru taşınınca, salih ise beni götürün» salih değilse, yazık bana! Beni, nereye götürüyorsunuz» der. İnsandan başka her şey onun sesini işitir. Şayet insanlar onun sesini işitseydiler, ölürlerdi."Buhâri ve Müslim; Ebû Hüreyre Radıyallahû anh 'den rivayet ettiklerine göre; Resûlullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu“Cenazeyi acele götürün. Salih ise onu hayra götürüyorsunuz. Salih değilse o boynunuzdan atılacak bir şerdir.” GüncelTürkiye, Fenilketonüri'de dünyada ilk sıradaKalıtsal bir özellik taşıyan ve tedavi edilmediğinde kalıcı zeka geriliğine yol açan fenilketonüri hastalığında Türkiye'nin dünyada ilk sırada bulunduğu ifade edildiAbone OlKalıtsal bir özellik taşıyan ve tedavi edilmediğinde kalıcı zeka geriliğine yol açan fenilketonüri hastalığında Türkiye'nin dünyada ilk sırada bulunduğu ifade Üniversitesi Çocuk Hastalıkları Metabolizma Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serap Sivri yaptığı açıklamada, Fenilketonürinin Japonya'da 60 binde bir, ABD'de 15 binde bir ve Avrupa ülkelerinin bir çoğunda 10-12 binde bir görüldüğünü söyledi. Türkiye'de ise bu oranın yaklaşık 4 binde bir olduğunu ve dünyada birinci sırada yer aldığını belirten Sivri, yaygın akraba evliliğinin ve bilgi eksikliğinin hastalığın gelişiminde en önemli etkenler olduğunu her yıl yaklaşık 450 bebeğin fenilketonüri hastası doğduğunu ve her 100 kişiden 4'ünün bu hastalığı taşıdığını belirten Sivri, fenilketonürinin tanımlanabilmesi için bebeğin doğumundan sonraki ilk 3 gün içerisinde topuktan kan alınarak gerekli testin yapılması gerektiğini kaydetti. Fenilketonüri ile doğan çocukların proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli amino asidi metabolize edemediklerini ifade eden Sivri, kanda ve vücut sıvılarında, artmış olan fenilalanin çocuğun gelişmekte olan beynini harap ettiğini ve ileri derecede zeka özürlü olmasına neden olduğunu söyledi. Hastalığın belirtilerinin, başı tutamama, anneyi tanımama, yürüyememe, gülümsememe, oturamama, yaşıtlarına göre gelişimini tamamlayamama ve daha büyük çocuklarda ağır zeka geriliği gibi bulgular olduğunu belirten Sivri, ''Bu çocukların beyin gelişimleri normal olmadığı için başları da küçük kalır. Bazılarının saç ve gözleri anne babalarına göre daha açık ve tenleri de daha beyaz olabilir, vücudun değişik bölgelerinde ekzamatöz cilt lezyonları görülebilir. Bebeğin idrarında, idrar ve terle ıslanmış çamaşırlarında küfümsü bir koku fark edilir, mental ve motor gerilikler sıklıkla izlenir'' dedi. Doç. Dr. Sivri, erken teşhis ile hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu vurgulayarak, tedavide protein içeren gıdaların tüketilmediği özel bir diyet ve ilaç niteliğinde mamaların kullanılması gerektiğini, tedavinin kişinin hayatı boyunca sürdüğünü, özellikle beyin dokusunun hızlı geliştiği ilk 8-10 yıl boyunca çok iyi şekilde uygulanması gerektiğini fenilketonüri'de dünyada ilk sıradaBu haberler de ilginizi çekebilir Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? mezarına gelenleri görebilir mi? Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? Mezarına gelenleri görebilir mi? Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermizden öğreniriz.

ölen kişinin gözleri neden açık kalır